BİR SAĞDAN, BİR SOLDAN…
Ertuğrul Özgün

Ertuğrul Özgün

MEMLEKET İŞLERİ

BİR SAĞDAN, BİR SOLDAN…

29 Ağustos 2015 - 19:23

Evet, her dönem kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.

Bizler o dönemde taraf olduğumuz için değerlendirmelere duygularımızı katmış olabiliriz. Bizim eleştirilecek davranışlarımız yoktur. Bütün kabahat yalnızca bir tarafın ya da bir kurumundur. Ya da o dönemin siyasilerinin hiç kabahat yoktur demiyoruz.

Olabildiğince objektif bakarak beş bin beş yüz insanımızın genç yaşta toprağa verildiği, ülkemizi seksen ihtilaline sürükleyen süreçle ilgili kafamızda yer eden soruları paylaşalım istiyoruz.

Hiç kuşkusuz ve üzerinde herkesin mutabık olduğu gerçek, Türk gençliğinin,  ülke yönetimi ile en üst düzeyde ilgilendiği, ülkeyi yönetmeye talip olduğu, en çok okuduğu ve aynı zamanda en acı olayları yaşadığı dönem seksen öncesindeki çatışmalı dönemdir.

İki kutuplu dünyamızdaki emperyalist yayılmacılığın başka ülkeler üzerinde emellerini gerçekleştirme konusundaki, en acımasız metotları kullandıkları dönemdir de aynı zamanda bu dönem.

Maalesef birçok dünya ülkesinde olduğu gibi Ülkemiz gençliği de bu emperyalist işgal planlarının acı reçetesinden payını aldı.

Bu dönemde Türk gençliği, ülke meseleleriyle hiç olmadığı kadar ilgilendi, bilgilendi ve örgütlendi.

Bir tarafta ülkede sosyalist bir devrim gerçekleştirmek isteyenler, ki bunlar diğerlerini; Proletarya Devrimini engellemek için emperyalist Kapitalist Amerika’nın organize ettiği  “Kontrgerilla” “Karşı Devrimci” “faşist Amerikan uşağı” olarak tanımlıyordu.

Diğer tarafta ülkenin Sovyet yayılmacılığı ile bağımsızlığının yok olacağına inananlar. Bunlar da diğerlerini; İdealleri sıcak sulara inmek olan, sosyalist devrim bahanesi ile ülkemizi işgal etmek isteyen Rusya’nın “işbirlikçileri, piyonları, komünist Moskof uşakları” olarak tanımlamaktaydı.

Oysa bu çocuklar çok büyük ölçüde bu ülkenin ayni sosyoekonomik sınıflarından gelen, aynı bölgenin aynı ilin, aynı ilçenin, aynı köyün ve hatta aynı ailenin çocukları idi.

Ortak yanları hepsinin yoksul Anadolu çocukları olmaları idi.

Birlikte oynayarak büyümüş, birlikte okula başlamış ve belki aynı belki farklı okullarda birlikte öğrenimlerini sürdürmekteydiler.

İçlerinde bugünün Türkiye’sini yönetecek yetenekte çok beyinler vardı.

Zaten onun için mevcut düzenin adil olmadığını ve değiştirilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Belki de onun için mevcut düzen tarafından sistem dışına atılmak istenidiler.

Önceleri kendi aralarında konuşabiliyorlardı. Konuştukça birbirlerini anlamaya çalışıyorlardı. Neredeyse metotları ve inançları farklı bile olsa amaçlarının “özgürlük, bağımsızlık” hak ve adalet” olduğunu anlamak üzereyken, birden bir silah patladı.

Aralarına kan girdi.

Ülkeyi kurtarmak için savaşa tutuştular.

Gençlik liderlerinin, çatışmayalım, konuşarak sorunlarımızı çözelim çağrıları hep o tetiği çeken karanlık eller tarafından engellendi.

Beş bin beş yüz vatan evladı toprağa girdi.

On iki Eylül’de ihtilal olunca, on üç Eylül’de Türkiye’de bütün çatışmalar anında durdu. Bir hafta içinde on binlerce insan cezaevlerine dolduruldu. Mahkemeler kuruldu.

Mahkemeler sırasında gördük ki; aynı silahla hem sağdan hem soldan adam vurulmuş. Olayların yayılmasında çok sayıda ajan ve provokatör yer almış.

İdam kararları verildi. On sekiz yaşını doldurmamış çocukların yaşları büyütülüp idam edildi.

İhtilali yapanlar daha sonra açık yüreklilikle yaptıklarını savundular.

“İhtilalın olgunlaşması için bir yıl bekledik”

“Dengeyi sağlayabilmek için, bir tane sağdan bir tana soldan adam astık.”

Oysa bu gençlere konuşma sansı tanınsaydı bakın neler olurdu.

Asker öldürme suçundan mahkûm, Mamak Cezaevinde tutuklu, on yedi yaşında olduğu halde, yaşı büyütülerek idam edildiği için, o dönemin simge ismi haline gelen Erdal Eren ile aynı koğuşta tutuklu karşı görüşlü Mahmut Eren, Erdal Eren’le ilgili arkadaşlarına bakın neler anlatmış.

“Asker öldürme sucundan mahkûm olduğu için, nöbet değişimine her gelen asker, Erdal Eren’i dövmek için, “Eren!” diye bağırıyor. Çocuk hücrenin penceresinden “Emret komutanım! diyerek elini uzatıyor ve sayısız cop darbesi yiyor. Bu durum her nöbet değişiminde tekrarlanıyor, artık çocuk bitap düşmüş, halsizlikten ölecek. Bir diğer asker “Eren!” diye seslenince dayanamadım, bu sefer ben “Emret komutanım!” diyerek elimi uzattım, onun yerine birkaç kez dayak yedim.”

Şimdi şu soruya cevap arayalım.

İdealleri için ölümü göze almış, dün birbirine kurşun sıkan ama konuşma şansı yakaladığında birbirleri için dayak yiyebilen bu gençlik potansiyelini, ülke gelişmesine yönlendirmek varken idam ederek yok etmek, zindanlarda çürüterek devletine küstürmek hangi aklın eseridir.

Bu arada bir bilgiyi de paylaşmak isteriz.

On iki Eylül mahkemelerinde aynı Erdal Eren gibi on yedi yaşında iken yaşı büyütülerek idam edilen bir çocuk daha vardır. Cevdet Karakaş. Ama onu kimse tanımaz. Keşke medya Erdal Eren’e gösterdiği hassasiyeti O’na da gösterebilmiş olsaydı.

YORUMLAR