Başkanlık sistemi üzerine düşünceler
Salih Cakıroğlu

Salih Cakıroğlu

Düşüncelerim

Başkanlık sistemi üzerine düşünceler

02 Mart 2016 - 14:11

Milletleri, tarihleri ve tarih bilinçleri yönlendirir, bu sebeple; Her milletin yönetim biçimi, o milletin tarihsel geçmişine ve yaşanmışlıklarına dayanır.

Günümüze ışık tutabilmek amacıyla, yönetim sistemlerinin tarihsel kökenine bakmak gerektiğini düşünüyorum, bu sebeple siyasal yönetim, devlet düzeni, siyaset felsefesi alanlarında sözler söylemiş büyük filozoflarının düşünceleriyle devam edelim;

Cicero “Roma yüceliğini, siyasal kurumlarının karma anayasa şeklinde düzenlenmesine borçlu olduğundan, ondan ayrılmamak gereklidir.”[1]demektedir.

Platon(Nomoi-Yasalar)’da “tiranlıkta olduğu gibi iktidarın sayıca en az ve en güçlü kişinin elinde olduğu yerde, ancak o zaman kolay ve hızlı bir değişim ortaya çıkar” diyerek tek kişilik güçlü yönetimin sinyallerini verir.

Platon’a göre Sparta’nın imrenilen istikrarlı yönetiminin temelinde,monarşik yapının iki kişi arasında dengelenmesine ek olarak, aristokratik bir yaşlılar meclisi ile demoktratik meclisin sağladığı kontrolden kaynaklanan ılımlılık yatmaktadır.[2]diyerek kontrol ve denge mekanizmalarına işaret eder. Ayrıca “Geleceği gören bir Tanrı sizin için kaygılanmış ve kral sayısını ikiye çıkarıp gücü dengelemiş” diyerek konuyu pekiştirmektedir.[3]

Niccolo Machiavelli, Il Principe(Prens) isimli eserinde “devlet nasıl kurulmalı” sorusuna “güçlü bir prensle” şeklinde cevap verir ve Tek kişilik güçlü yönetime işaret eder.[4]

Görüleceği üzere yapılan önerilerin ve sistem tavsiyelerinin altında toplumların hep daha iyiye gitmeyi, ekonomik, politik, askeri ve sair alanlarda diğer milletlere üstünlük kurmayı amaçlaması yatmaktadır. Milletler bunun için çaba gösterirler, en kısa sürede de bunu gerçekleştirmek isterler, eski tabirle de muasır medeniyet seviyesine ulaşmak isterler.

İşte, bizim ülkemizde de ihtiyaç tam burada hasıl oldu. Yıllardır Türkeş, Özal, Erdoğan gibi birçok yöneticimizin yanında, birçok akademisyenimiz de daha iyiye ve güzele ulaşmanın, ülkemizi kalkındırmanın farklı bir yolu olarak sistem değişikliği yapılmasını önerdi.

Ancak, halen ülkemizde kullanılan yürütme sistemini kısaca değinmekte fayda var;

Ülkemizde yıllardır parlamenter rejim uygulanmaktadır, Bu sistemin esası yürütmenin yasamadan doğmasını ve ona karşı sorumlu olmasını gerektirir. Yani yasaları çıkaran, yürütmeyi oluşturan, denetimi meydana getiren yapıların hepsinin bir arada olduğu bir sistemden bahsediyoruz.

Normal zamanda seçim olsaydı 93.yılını yaşayan ülkemizde 4 yılda bir hükümet seçilmesi durumuna göre 23.hükümeti, 5 yılda bir hükümet seçilmesi durumuna göre ise 18.hükümeti yaşıyor olacaktık. Şu anda 64.hükümet kurulduğuna göre bu işte bir yanlışlık var öyle değil mi? Yani ülkemiz normal olarak düzenini devam ettirebilseydi, 64. Hükümete 64X4=256.yılında ulaşmış olacaktık.

Şu hususa da dikkat edilmelidir. Ülkemizin yıllar boyunca, darbelerle devrilen, muhtıralarla sarsılan, muktedir olmadığı halde iktidar olan, pek çok hükümetler gördüğüne hep beraber şahit olduk.

Tüm bu problemler, istikrarlı bir hükümet arayışını da beraberinde getirdiğinden tartışmalar yıllar boyu sürüp gitti ve devamlı surette yeni hükümet önerileri ortaya atılmaya devam etti.

Önerilerden en önemlisi ve en çok tartışılanı ise, sisteme adını veren ve ABD’de ortaya çıkan, halk tarafından belirli süre için seçilen, idari memurları, askeri görevlileri, yargı üyelerini, önemli bürokratları senato onayıyla atayan güçlü bir başkan ve onu her yönüyle kontrol edip dengeleyen kongrenin yanında güçlü bir yargının da olduğu yönetim biçimi olan Başkanlık Sistemidir.

ABD yargı sistemi için Tocqueville’in şu sözünü hatırlatmak gerek “dünyada hiçbir millet şimdiye kadar ABD’deki gibi bir yargı kuvveti tesis etmedi” diyerek ABD’nin özellikle yargısal gücüne dikkat çekmiştir.

Peki, Amerikalılar bu yönetim biçimini niye tercih etti?

Amerika’yı oluşturan insanlar, dünyanın farklı memleketlerinden gerek zenginlik beklentileriyle, gerekse ülkelerinde yaşadıkları dini veya başka türlü zulümlerden kaçmak isteyenlerin oluşturduğu insanlardır. Burada ağırlık (%70) ile İngilizlere aittir. (İskoçlar %12-15), (Almanlar %6-9), (İrlandalılar %3-5), (Hollandalılar (%3) ve Diğerleri (%3-5). Amerika’ya göç eden insanlar bir süre sonra Amerika’da 13 farklı koloni kurmuşlardır. Her bir koloni Devlet vasfına sahip olmadığından esas güç olan İngiltere’ye ağır vergiler ödemek zorunda idi. Bundan kurtulmak için 1774 de sömürgelerin bazı haklara sahip olması gerektiğini söyleyen “Haklar Beyannamesi”ni yayınladılar. Beyanname ile sürtüşmeler çoğaldı ve koloniler, İngiltere ile olan bağlarını 4 Temmuz 1776 tarihinde koparıp bağımsızlık ilan ettiler.[5] 1787’de günümüzde başkanlık sistemi şeklinde adlandırılan bir yapıyı anayasalarına koyarak devletlerini oluşturdular.[6]

ABD’de Başkanlık sistemi ortaya çıkarken, kolonilerin çoğunlukla İngiliz ağırlığı taşımaları sebebiyle bildikleri ve tanıdıkları, aynı zamanda dönemin en iyi siyasal yönetim biçimi olan İngiltere’nin yönetim biçimi, seçimde öne çıkmıştır. Fakat gerçekte istenen oradaki gibi bir Krallık değil, seçimle gelen ve Kral kadar yetkisi olmayan, başka unsurlarca denetlenebilen bir yapı kurmaktı. Bu sebeple parlamento oluşturuldu ve gücün önemli bir kısmı parlamentoya taşınarak kuvvetler arasında denge sağlanmaya çalışıldı.[7]

Bahsedilen bu denge mekanizması günümüzde Kuvvetler Ayrılığı olarak adlandırılmaktadır.

Bu sistemde yasamanın yürütmeyi, yürütmenin yasamayı kontrol ve denge altında tutması önemlidir.

Sistemde hem başkan, hem de kongre üyeleri, ayrı zamanlarda yapılan seçimlerle, doğrudan doğruya halk tarafından, belirli bir süre için seçilerek işbaşına gelirler. Başkanın Meclisten güvenoyu alma zorunluluğu olmadığından, görev süresinin sonuna kadar istikrarlı bir yönetim sürdürmesi önemlidir. Sistemin gereği olarak yasama organı üyelerinin bakanlık beklentisi veya farklı bir idari görev beklentisi olamadığından, yasama faaliyetlerinde daha bağımsız hareket ederler. Bakanlar, atandıktan sonra sadece başkana karşı sorumlu olduklarından yani yasama tarafından görevden düşürülemeyeceklerinden, bağımsız ve güçlü hareket ederler. Anayasa başkana, kanunların uygulanması ve yürütülmesi hakkında gözetme görevi ve yetkisi vermiştir. Amerika’nın bütün adli, idari, siyasi ve askeri yüksek amirlerini tayin ve yüksek yargı üyeleri haricindekileri ise görevden alma yetkisi başkana aittir. (Yüksek yargı üyeleri ömür boyu görevde kalmak üzere atanırlar.) Bu yetkiler senato onayı gerektirir. Başkan ABD ordusunun Başkumandanıdır. Savaş ilan etme yetkisi Kongre’ye aittir. Başkanın federal devlete karşı işlenen suçluları affetme yetkisi ve cezalarını hafifletme yetkisi vardır. Başkan Uluslararası antlaşmaları onaylar fakat antlaşmalar senatonun onayından geçmeden geçerlik kazanmazlar.

Başkanın hukuken kanun çıkarma yetkisi yoktur. Ancak, ABD kongresi isterse, Kanun çıkarmak, teknik, ekonomik, idari ve dış ticaret, demiryolları hakkında düzenleme yapma yetkisini başkana devredebilir.(ülkemizdeki kanun hükmünde kararname çıkarmak gibi değerlendirilebilir)

Kongre’de kabul edilen kanunu on gün içinde onaylaması veya veto ederek iadesi gerekir. Veto edilen kanun’un yürürlüğe girebilmesi için kongrenin her iki kanadından da 2/3 oy çoğunluğuyla geçmesi gerekir.

Atamalar, görevden almalar, antlaşmalar imzalamak, bunun gibi birçok işlemi başlatma yetkisi başkanda olduğu halde sonuçlandırma ve onaylama yetkisi kongreye devredilmiştir.

Yöneticinin halk tarafından seçilmesi, arkasında güçlü bir halk desteği olması da çoğunlukla istenen bir durumdur. Bu sebeple de başkanlık veya benzeri sistemler her zaman gönüllerde daha fazla yer tutar. Çünkü karar alma mekanizması tek’e inerek yönetime hız kazandırır. Hızlı karar alma kabiliyeti çok büyük oranda olumlu sonuçlar doğuracağından, olumsuzluk oluşturabilecek durumların da yukarıda bahsettiğimiz denge mekanizması ile durdurulabileceğinden bu tarz yönetim biçimleri milletlere tarihin her döneminde önemli karar alma süreçlerinde hız kazandırmıştır.

ABD tipi başkanlık sisteminin kendi içinde barındırdığı sıkıntılı yönleri ayrıca belirtmeye gerek görmüyorum. Aynı şekilde ülkemizdeki parlamenter sistemin sakıncalarından da detaylı bahsetmeye gerek yok, her sistemin olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Önemli olan sistemleri onu taşıyacak bünyeye uygun hale getirmektir. Sistemin sağlıklı çalışması için doğru yerlere dengeleyici unsurların yeterince konulması çok önemlidir. Kültürel kodlarımızla bağdaşmayan parlamenter sistem tipindeki yapıların ülkemizde ciddi problemlere sebebiyet verdiği açıktır. Gerek Meşrutiyet’ten sonra gerekse Cumhuriyetimizin kuruluşu ve sonrasında yaşadığımız, neredeyse her on yılda bir de kesintili ve asker ağırlıklı demokrasi sürecimiz, devamlı yeni anayasalar yapma isteğini ve ihtiyacını beraberinde getirmekte olup, henüz istenen seviyeye ulaşmadığımız da herkesin malumudur.

Yönetim sistemi ve istikrar arayışımız devam etmektedir. Başkanlık sistemi tartışmasını bu isimden çıkarıp “Güçlü Yönetimle İstikrarlı Türkiye” başlığı veya buna benzer bir çerçeve olacak şekilde tartışmanın faydalı olacağı kanaatindeyim. Topluma güçlü ve istikrarlı bir ülke için yapılması gereken çalışmaların ne olması gerektiğini anlatmak daha faydalı olacaktır. Keza Başkanlık sistemi öyle olmadığı halde, toplumda gereksiz ve haksız yere olumsuz algılar taşımaktadır. Tarihi değerlerimizi kucaklayan, toplumsal yapımızı bozmayacak bir sistemin ülkemize getirileceği ümidini taşıyorum.

Milletimiz gerek İslam öncesi hayatında gerekse İslam’la şereflendikten sonra elde ettiği başarıların altında yine ağırlıkla tek kişilik güçlü yönetimlerin olduğunu görmekteyiz. Eski Türk Devletlerinde Hakanlıklar, Selçuklu’larda Sultanlar, Osmanlı’da Padişahlar devleti yönetirken ağırlıklı olarak tek kişilik yönetimin etkinliği söz konusudur. Ünlü İngiliz tarihçi ve filozofu Arnold Toynbee’nin değerlendirmesine göre, dünya tarihinde iki buçuk imparatorluk kurulmuştur. Bunların biri Roma İmparatorluğu, diğeri Osmanlı İmparatorluğudur. Toynbee buçuk imparatorluk olarak da İngiliz(Britanya) İmparatorluğu’nu kabul etmiştir. Bu yönetim tarzı sayesinde, Osmanlı devletini oluşturan atalarımız sadece dünyaya hükmeden bir devlet kurmamıştır. Bu devleti her yönüyle çağının en üstün nitelikleriyle donatmıştır. Osmanlının hüküm sürdüğü dönemlerde bilim, sanat, hukuk, kültür vs. alanlarındaki neredeyse bütün başarılar Osmanlıya aitti. Dünyaya ışık tutan pek çok gelişme onların sayesinde yani atalarımız sayesinde gerçekleşmişti.[8]

Ancak unutulmamalıdır ki, hepsinde yönetici erkin danıştığı, karar alırken başvurduğu bir divan, meclis benzeri bir yapı söz konusuydu. Özel durumlar hariç istişare mekanizmasının en üst seviyede çalıştığı, ancak kararın bu meşveret sonucunda tek elden çıktığı bir sistem sayesinde bu başarılar elde edilmiştir. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de Allah, Peygamberimiz Hz.Muhammed’e(s.a.v) istişareyi emretmiş, ayrıca işlerini istişare ile yapan toplulukları medhu sena ile övmüştür. “Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar..” (Şura Suresi: 38.)[9]

İlk cümlemizde de belirttiğimiz gibi, bizi kendi değerlerimizin yönlendirmesi daha faydalı olacaktır. Binlerce yıllık devlet ve sistem kurma geleneğine sahip bir milletin evlatları olarak tarihsel geçmişimize ve köklerimize uyan, kolaylıkla uyum sağlayabileceğimiz bir yapıyı kurmak, ülke olarak vazifemiz, millet olarak ta bunu desteklemenin görevimiz olduğu kanaatindeyim. Böyle bir yapıyı kurmaya çalışırken, geçmişten-günümüze başarılı olan yapılardan istifade ederek onların olumlu yanlarından faydalanmanın da hiçbir olumsuz tarafı olmadığı kanaatindeyim.

Yapılacak düzenlemelerin milletimize hayırlar getirmesini, üstün başarılara vesile olmasını diliyorum.
 

YORUMLAR