EKREM İMAMOĞLU'NUN KALEMİNDEN CUMHURİYET VE DEDEM MEVLÜT

Aslında çok da açamamış belli ki, 'Bu yaşamaz' denilerek bir kenarda eceline terk edilmiş. Mevlut Dedem, 1895yılında Pulathane'nin(Akçaabat) Caneni(Cevizli) köyünde dünyaya gözünü açmış.

HABER /AYTEKİN AKAY

Kim derdi ki, o ölüme terk edilen bebek, 1977 yılının Temmuz ayına kadar gözlerini hep açık tutacak diye. Savaşlara, hastalıklara rağmen hayata sımsıkı tutunup, genç yaşında ailesinin hayattaki tek erkeği olarak kalacak diye.

Kader mi, tesadüf mü diye kafamı karıştıran çok sayıda hikâyenin de sahibidir, Mevlut Dedem.

Onun mücadelesini biraz, Cumhuriyet’in hikâyesine benzetirim. En zorlu bir anda hayata tutunmak ve sonra yeni ve güçlü bir hayat inşa etmek…

Hikâyenin başına dönecek olursak, yıl 1800’lerin sonları. Yer Trabzon. Osmanlı’nın büyük hikayesi yavaş yavaş sona doğru gidiyor. Fazla değil, 10-15 yıl sonra yaşanacak savaşlarla hızlı bir işgal dönemi başlayacak. Trabzon’da o yıllarda her zaman olduğu gibi Osmanlı’nın önemli ve stratejik bir yaşam alanı. Her yerde olduğu gibi feodalizm burada da etkisini gösteriyor. İstanbul’un, sarayın güçlü kıldığı yetkilendirilmiş aileler toplum hayatına hakim. Adalet terazisi bile onlarda. Kimi zaman hassas, kimi zaman değiller. Aniden el değiştirebilen servetler ve aniden değişen yaşamlar. Hayat, bazı yerlerde hızla akarken, diğer köylerde olduğu gibi bizim köyde de gayet durağan. Tüm Anadolu gibi Trabzon köylerinde de fakirlik, hastalık, çocuk ölümleri hayatın doğal bir parçası gibi. İşte İmamzade Mevlüt Caneni köyünde böyle bir atmosferde dünyaya geliyor. ( Ailenin kökleri Köprübaşı’na dayanıyor. Zamanı bilinmeyen bir dönemde Sürmene’nin Küneşara (Köprübaşı) beldesinden Caneni köyüne göç etmiş İmamoğlu ailesi)

‘Bu yaşamaz’ denilerek bir kenarda ölüme bırakılmış Mevlüt dedem ailenin tek çocuğu değil. 1 abla ve 3 ağabeyi daha var. Belki de bunun rahatlığı ile zayıf bünyeyle dünyaya gelen dedemden umudu çabuk kestiler. Ama yanıldılar.

Mevlüt Dedem’in ağabeylerinin adları şöyle: Ahmet,Alican ve Osman.

Yazımın başında dediğim gibi. Osmanlı hızla sonuna doğru koşuyordu. Mevlüt dedem genç yaştayken  savaş yılları başladı. Anadolu’nun her yerinden yiğit Türk gençleri yıllar içinde Yemen’den Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada savaşa tutuşuyordu. Cephe sayısı çok olunca, çok askere ihtiyaç vardı. Pulathane’nin Caneni köyü 40-50 hane. Hanelerde askerliğe elverişli kim varsa vatan görevine çağrıldı. İmamzadelerin evinden de savaş için 4 delikanlı çıkıyordu.

Ahmet,

Alican,

Osman ve en küçükleri Mevlüt Dedem.

Geride bırakılan eşler, 1 kızkardeş, anne ve büyük nine ile 2 ağabeyin 2 kızı.

Kız çocukları o günlerde ve o kültürde ne ifade ediyordu bilinmez ama Osman ilk döndüğü cepheden bir başka cepheye giderken, minik kızı Zehra’yı heybesine koyup savaşa götürmek istemiş. O kadar çok seviyormuş ki Zehra’yı hiç ayrılmak istememiş.

Sarı saçlı, mavi gözlü dünya güzeli Zehra. Belki de bugün kızıma olan sevgim Osman dedenin genlerinden hatıra, kimbilir… Ahmet, Alican ve Zehra’nın babası Osman gittikleri cephelerden bir daha geri dönemediler. Genelkurmay Başkanlığı kayıtlarına göre şehitler ama nerede ve ne zaman şehit oldukları bilinmiyor.

MEÇHUL’ler…

Mevlüt dedem ise Kurtuluş Savaşı’nın bir neferi olarak Ankara’da topçu birliğinde görevlendiriliyor. En şanslıları bence Mevlüt Dedem. Bunu hayatta kaldığı için söylemiyorum. 1. Viyana Muharebesi’nden sonra 238 yıl boyunca geri çekilen bir askeri gücün nihayet bu çekilmeyi durdurduğu anlara tanık olma şerefi ve şansına ulaşmış biri olduğu için şanslı görüyorum. Sakarya Meydan Muharebesi’nde Mevlüt Dedem de vardı.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği inançla Türkiye’nin milletçe kurtuluş savaşının neferleri olarak düşmanı yene yene İzmir’e varan Mevlüt dedem bir yandan ülkenin kurtuluşuna mutluluk gözyaşları ile seviniyor öte yandan aynı gözyaşlarını cephedeki arkadaşlarından gencecik yaşta toprağa düşenler için akıtıyordu.

Savaş büyük zaferler ve acı hatıralarla sona ermişti.

Askerler İzmir’den ilk olarak deniz yoluyla İstanbul’a getirildiler.

İstanbul’u işgal eden İngilizlere gözdağı amaçlı bir süre bugün Beylikdüzü ilçesi sınırları içinde kalan Haramidere’nin düz ve geniş ovalarında kamp kurdular. İstanbul’un kurtuluşuna biraz daha vardı. Kader mi tesadüf diye bana soru sorduran detaylardan biri de budur. Bugün benim de yaşadığım topraklara bizden 70-80 yıl önce Mevlüt dedemin ayak basıp buraları çok sevmesi.

Mevlüt dedem artık, Haramidere’nin düz ve geniş ovalarında yıldızlı gökyüzüne bakarak hayaller kurmaya başlamıştı bile. Dağların arasındaki Caneni köyünde yaşamış ve dar arazilerde tarımın zorluğunu bilen biri olarak, Trakya’nın düz ve uçsuz bucaksız bereketli toprakları ona büyüleyici gelmişti.Eve dönüşte abilerine buralara taşınma planından mutlaka bahsedecekti.İstiklal savaşı gazisi Mevlüt Dedem yaklaşık 2 ay Haramidere’de kalmış. 6 Ekim 1923’de son işgal askeri de geldikleri gibi gidince, nihayet beklenen dönüş anı geldi.

İçinde bulunduğu gemi Trabzon limanına doğru hareket etmişti.

Boğazı geçip, Karadeniz’e girdiler. Mevlüt Dedem artıkMustafa Kemal’in, İstanbul Boğazı’na bakıp ‘Geldikleri gibi giderler’ diyerek Samsun’dan başlattığı kutsal mücadelenin, zaferinde yer almış gururlu bir gazi idi. İmamzade ailesinin en küçük oğlu Mehmet Oğlu Mevlüt şimdi burnunda tüten anasına, 3 abisine, kız kardeşine kavuşmanın heyecanını yaşıyordu.

Heyecanı fazla uzun sürmedi. Çünkü cephelerden eve dönmeyi başarmış tek kişi Mevlüt dedemdi. Alican’ın eşi ve çocuğu, Ahmet’in eşi, Osman’ın eşi ve çocuğu, annesi ve karısı Fadime ile bu kez kendi kurtuluş savaşını verecekti.Köyüne döneli uzun yıllar geçse de Mevlüt dedemin Haramidere’ye olan tutkusu hiç bitmedi. Hayallerini, planlarını abilerine anlatamamıştı ama sırada çocuklar vardı. Onlar da burun kıvırırsa nihayet anlatacak torunları olacaktı. İşler yine dedemin istediği gitmedi. 6-7 yıl boyunca çocuğu olmadı. Eşi Fadime bu durumdan ötürü kendini suçluyor aile büyük üzüntü duyuyordu. Fadime, bu duygularla köydeki komşusu, arkadaşı Zeliha’yı çok sevdiği kocasıyla evlendirdi.

Kader bu evliliğin hemen ardından ilginç bir sürpriz yaptı. Kısa aralıklarla hem Zeliha hem de Fadime hamile kaldı. İkisi de kısa aralıklarla önce birer kız ardından da birer oğul dünyaya getirdi. Mevlüt dedem ve eşleri Fadime ile Zeliha Cumhuriyet ruhu ile hayata tutunuyordu artık. Mevlüt dedem unutamadığı Haramidere’yi oğullarına da anlatmıştır eminim. Belli ki onları pek ikna edememiş. Şimdi de torunu Hasan’a anlatıyor, o verimli topraklara yerleşip orada tarım yapmasını tavsiye ediyordu. Dedemin içten ve samimi inancıyla ettiği dualar torunu Hasan’ı kendisinden 70 yıl sonra Haramidere’ye getirdi. Torunu Hasan yani babam Hasan İmamoğlu her zaman şunu söyler:“Beylikdüzü bizim çabalarımız ile değil dedemin duaları ile oluşmuş bir nasiptir”

Ben İstiklal gazisi Mevlüt Dedemin yanından hiç ayrılmazdım. Savaş anılarını da, ailemize dair tarihi bilgileri de hep soruşturup ondan dinlerdim.  Mevlüt dedem her savaş görmüş aklı başında asker gibi savaşlardan nefret ederdi ‘Siz savaş nedir bilmezsiniz çok acımasızdır savaş, Allah ülkemizi savaşlardan korusun’ derdi.Onun savaşların felaket getiren yönlerine dair anlatımları, İsmet İnönü’ye karşı yapılan eleştiriler sırasında hep aklıma gelir.  Bu ülkeyi 2. Dünya Savaşı’na her türlü diplomatik manevrayla sokmaması ve bir çocuğu dahi babasız bırakmaması büyük takdire şayan olaylardan biridir.

Dedemin savaş kadar hoşlanmadığı bir şey daha vardı.

Cehalet. Tüm ailemize, bir okur yazar olmadığı halde, iyi eğitim almamızı telkin ederdi. Okur yazar olmanın önemini köyde değil askerde, gurbette iken anlamıştı. Eşinden gelen mektubu ona bir başkası okurken ve eşinin mektubunu ona bir başkası yazarken… Dedem ilginç adamdı. 1950’li yıllarda çok zor koşullarda hacca gitti, hacı oldu. Cumhuriyet sevgisi, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına olan bağlılığı bize dedemden mirastır.

6 yaşıma kadar dedemin dizinden ayrılmadım. İstiklal gazisi Mevlüt İmamoğlu’nun torunu Hasan’ın ilk çocuğu Ekrem İmamoğlu olarak onun vicdanı, ahlakı, dünyaya bakışı, azmi ve kibirden uzak tavırları ile büyüdüm.Ne mutlu bana ki Hacı Mevlüt İmamoğlu’nun bizzat hissetttiği Atatürk ve Cumhuriyet sevgisiyle büyüdüm.

Ben bir tane okur yazarı bile olmayan küçük bir Karadeniz köyünde,

Büyük bir istiklal mücadelesinde yok olmaktan kıl payı kurtulmuş bir ailenin ferdi olarak,

Tüm eğitimini yüksek derecede tamamlamış biri olarak ve tıpkı babamın dediği gibi, Mevlüt dedemin duaları ile yaşam kurduğumBeylikdüzü’nde bugün yüz binlerce insana belediye başkanlığı yapıyorum. Ruhları şad olsun.

Bu ülkenin varlığına canlarını veren tüm istiklal şehitlerimize, atalarımıza, ninelerimize, dedelerimize şükranlarımı sunuyorum.

Ne mutlu ki böyle bir milletin ferdiyim.

Ne mutlu Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği rotada yürüyen bir vatanseverim.

İyi ki varsın Türkiye Cumhuriyeti

Hep var olacaksın Türkiye

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!