Mustafa Kemal Atatürk: "Karadeniz Havaları Bizim Milli Havalarımızdır."
Trabzon'u henüz Ruslar işgal etmeden önce 1912 yılında Maçka'da dünyaya geldi. Çocukken o zor işgalci dönemleri geçirdi. Daha sonra her Maçkalı'nın yaptığı gibi İstanbul'a, gurbete çalışmaya gitti. Kendi başına kemençe çalmayı öğrendi. Ancak çaldığı kemençe diğer kemençelerden başka bir ses çıkarıyordu.
Nihat Genç bir yazısında çok güzel anlatmıştı Maçkalı'nın unuttuğu bu sanatçıyı:
"Maçkalı bu büyük sanatçı iki büyük savaş gördü, gurbet gördü, sevda yaşadı. Bu büyük sanatçıyı dinlemeden kimse "Karadeniz türküsü dinledim." diyemez! Bir kez olsun ağlamadan dinlemek mümkün değildir. Her bir türküsü Karadeniz'in millî marşı olmuştur. Bu muhteşem adam Karadeniz'in bütün sırlarını verir bize. Sanki tarih konuşur, dağlar konuşur. Bu Maçkalı sanatçı tek kelimeyle Zigana dağlarının sesidir!" diye yazmıştı.
Trabzon kültürünün ses haritası olan bu değerini bilmediğimiz insanın bazı türkülerinden örnekler vereyim size:
*Ben seni sevdiğimi
*Dertliyim Kederliyim
*Asker ettiler beni
*Divane aşık gibi
*Menşure dedikleri
Tanıdınız mı? Çoğunuz tanımamışsınızdır! Neyse biz asıl hikayemize gelelim.
Hamiyet Yüceses bir gün İstanbul'daki evinden çıkar ve cadde boyu yürümeye başlar. Bir yorgancı dükkanının önünden geçerken kemençe sesi duyar; ancak bu, şimdiye kadar duyduğu kemençe seslerine hiç benzememektedir. Bu seste ayrı bir hava ve gizem vardır. Dükkanın önünde durur ve bir süre dinler. Daha sonra kapıyı açarak içeri girer; bir gencin elindedir kemençe. Genç onu görünce çalmayı sonlandırır ve ayağa kalkar.
"Buyurun; ne bakmıştınız?" der.
"Sizi dinlemek için içeri girdim. Rica etsem biraz daha çalar mısınız?"
Genç bu istek üzerine iskemleye oturur ve çalmaya devam eder.
"Böyle çalmayı kimden öğrendiniz?"
"Kimseden öğrenmedim. Kemençe çalmayı kendi kendime öğrendim."
"Ama çok farklı çalıyorsun. Kemençeni radyoda çalmayı ister misin?"
"Tabii ki isterim; ama beni oraya alırlar mı?"
"Alırlar, alırlar!" deyip çantasından çıkardığı kağıda bir isim yazar ve ardından:
"Adını yazdığım bu beyefendiye git! O sana yardımcı olacaktır!" deyip dükkandan çıkar.
Gencin elindeki kağıtta Ahmet Yamacı yazmaktadır. İşte bu adımla Türkiye'de ilk defa Türk halkı radyoda kemençe dinlemeye başlamıştır. Bunu başaran sanatçının ne yazık ki Maçka'da ne adı geçer ne de Maçkalılar bu sanatçıyı tanımak için çaba sarfeder!
Bu olay, sanatçı ve Türkiye için bir ilk olmuştu. Biz Maçkalılar kıymetini bilmesek de "Maçkalı sanatçı" diye radyoda anons edildiğinden o zamanlar kıymetini bilenleri onurlandırmıştır.
Bu adını sanını Maçkalıların bilmediği ve bilmek için çaba sarfetme makamında olanların sanatçıyı görmezlikten gelme tavırları utanç verici durumda olsa da ben bu Maçka'nın yedi veren güllerini hatırlatmaya devam edeceğim.
Artık radyoda haftada bir gün yirmi dakikalık canlı yayına çıkıyor, daha sonra dükkanına geri dönüyordu. Bir gün dükkandayken iki görevli dükkandan içeri girerek:
"Maçkalı kemençe sanatçısına baktık; burada mı?" diye sorarlar.
"Evet benim! Buyurun, ne vardı?"
"Akşam sizi bir yere götürmek için görevlendirildik. Onun haberini vermeye geldik."
"Nereye gideceğiz?"
"Onu şimdi söyleyemeyiz; akşam sizi almaya geldiğimizde söyleriz. Ha unutmadan kemençeniz yanınızda olsun!" deyip dükkandan çıktılar.
Dedikleri gibi de oldu. Akşam onu alarak Beylerbeyi Sarayı'na doğru yola çıktılar. Saraydan içeri salona geldiklerinde karşılarındaki masada Mustafa Kemal Atatürk oturuyordu. Maçkalı sanatçı o manzara karşısında çok heyecanlandı; ne yapacağını şaşırmıştı! Ancak salonda bulunan Soldoy horon ekibini görünce biraz rahatlamıştı. Soldoy horon ekibinin şefi onu tanıyordu. Yanına gelerek:
"Bugün çok önemli bir gün! Ata'nın huzurunda horon oynayacağız! Bizim için çok önemli bir gece olacak!" dediğinde heyecanı biraz olsun yatışmıştı.
Artık bütün hazırlıklar bitmiş, kemençeden çıkan sesle horon başlamıştı. Salonda bulunan herkes Soldoy ekibini pür dikkat izliyordu. Horon sona erdiğinde salon alkışla inliyordu. Ekip yavaşça salondan çıkmış, Maçkalı sanatçı olduğu yerde kalmıştı. O da çıkmak için hazırlanırken görevlilerden biri "Sen otur!" anlamına gelen el işareti yapınca sandalyesine oturdu.
Artık gözü, ona el işareti yapan görevlideydi. Salon alkış seslerini sessizliğe bırakınca görevli "Çalabilirsin!" işaretini verdi. Üstat kemençenin teline dokununca konuşmalar susmuş, dikkatler onun üzerine dönmüştü. Birkaç Karadeniz türküsünden sonra o anda mısraların aklında sıraya girdiği ve kalben okuduğu dörtlüğü söyledi.
Dağlar baştan başa
Yayılır taştan taşa
Bu ülkeyi sen kurdun
Atatürk binler yaşa
Bu sözlerin üzerine Atatürk oturduğu yerden:
"Çal evlat çal! Karadeniz havaları, bizim milli havalarımızdır!" diye seslendi.
İşte bu tarihi olay, 1933 yılında gerçekleşti. Biz kendisini unuttuğumuz, hatırlamak için bir çaba içinde dahi olmadığımız, ancak Atatürk'ün bu sözlerle onurlandırdığı sanatçı, Maçka'nın yediveren güllerinden biri olan Maçkalı Hasan Tunç idi!
Bu sözler, Maçkalı Hasan Tunç'un sanat hayatı boyunca unutamadığı anıların başında gelmiştir. Bu olayla ilgili yazı, İstanbul radyosu arşivlerinde mevcuttur.
Birlik ve beraberlikten sıkça bahsedilen bu günlerde tarihe malolmuş bu sanatçımızı Maçka'da yaşayan yetkili ve yetkisizlerin el ele verip yılda bir kere anmaları çok mu zor olur?
Üstat mekanın cennet olsun!
Kaynak: Yılmaz Tunç (Hasan Tunç’un oğlu)