ŞİMDİ SANA 'OTROBÜS BEKLİYORUM' DİYECEĞİM AMA…
Derler ki: Nasrettin Hoca çocukluğunda babasının her istediğinin tersini yaparmış. Babası bu duruma öyle alışmış ki şayet Hoca’ya, bir şey yaptırmak istiyorsa, istediği işin tam tersini yapmasını söylermiş.
Günlerden bir gün, un yüklü eşeğiyle birlikte dar bir köprüden karşıya geçmekteyken, eşeğin yükü bir yana sarkar. Eşek de yükün sarktığı yana doğru yıkılmak üzeredir. Yıkılırsa da doğrudan dereye düşecektir.
Hocanın babası bakar ki unlarla birlikte eşek dereye düşecek, telaşla Hoca’ya bağırır:
“Nasrettin! Eşeği köprüden aşağı at!
Hani hep söylediğinin tersini yapıyordu ya Nasrettin. Böylelikle eşeğin yükünden tutup çekerek dereye düşmesini önleyecek diye düşünmektedir babası. Ama yok! Bir şey olmuştur o an Hoca’ya. Kendi kendine düşünür bir an ve der ki içinden: “Ya ben bugüne kadar hep babamın dediklerinin tersini yaptım. Bu sefer ne istiyorsa onu yapayım.” Ve eşeği semerinden tuttuğu gibi iterek köprüden aşağı atar.
***
Hikâye bu ya! Bizim anlatacaklarımızla ne tür bir bağ kurulabilir. Gayri siz düşünün.
Adam kırk sene devletine çalışıp emekli olur. Aldığı emekli ikramiyesi, bırakın bir ev almayı ev fiyatlarının beşte birini karşılamaz. Sıradan bir araba almaya kalksa araba fiyatının yarısını karşılamaz.
Hayat pahalılığı katlanarak arttıkça, parasının alım gücü her geçen gün erimekte.
Paranın değerini korumak ve belki biraz daha değer katmak için ticaret yapmaya kalksa ne parası yeter ne bilgisi. Ömrü hayatında bir limon satmamış bütün emeğini devletine harcamış, iş bilmez ticaret bilmez. Ne yapayım diye kara kara düşünür.
Dövize yatırsa iniyor, çıkıyor. Altına yatırsa dövize endeksli. Üstelik banka altınını korumak için ücret istiyor.
En iyisi, vadeli mevduat hesabı olarak bankaya yatırayım, en azından, faiz geliri, eriyen alım gücünü karşılar diye karar verip, emekli ikramiyesini vadeli olarak bankaya yatırır.
Sonra ne mi olur?
Devletin Başkan’ı durduk yerde faize savaş açar.
“Ben bu faizi indireceğim. Nas’a aykırı,” diyerek her ay faizi bir puan, iki puan indirmeye başlar.
“Sayın Başkan’ım olmaz,” diyerek fikrini eleştiren kim varsa görevden alır. Üstelik her söylediğini de görevlilere yaptırır.
Her faiz indirimi sonrası fiyatlar artmaya, her konuşma yaptığında döviz yükselmeye başlar, enflasyon katlanarak yükselir. Üstelik bu durumu göre göre hem faizi indirmeyi hem de konuşmayı sürdürür.
Bakar ki parasını bankaya yatıran Emekli, alacağı faiz, bırakın parasının değerini korumayı her geçen gün fiyatlar karşısında erimesine sebep oluyor. Üstelik Başkan da faiz indirmeye inatla devam ediyor. Bu gidişle param hepten elimden çıkacak endişesiyle, iniş, çıkış riskini de göze alarak parasını dövize dönüştürür.
Peki. Ya sonra?
Bir gün önce faizi sıfıra indireceğim diye gürleyen Başkan, çıkar, sonraki gün bir kararname yayımlar:
“Bundan böyle Türk Lirası cinsinden vadeli olarak bankaya yatırılan mevduatlar faiz garantili olacak. Şayet dövizin Türk Lirası karşısındaki getirisi, mevduat faizinden yüksek olursa, aradaki fark hazineden karşılanacak.”
Emekli, hem şaşkındır hem de aslında istediği de budur zaten. Başkan’ın dün söylediğinin tam tersi bir kararname yayımlamasına hem şaşırır, hem de parasının değer kaybına uğramayacağını düşündüğü için sevinir. “Oh!” diye derin bir nefes alır. Yarın ilk işi bankaya giderek dövize dönüştürdüğü ikramiyesini Türk Lirası’na çevirmek olacaktır.
Ama o da ne? Televizyonların sağ al kösesinde gösterilen döviz fiyatları, benzin istasyonlarındaki pompaların göstergesi gibi aşağı doğru akmaktadır. Haberciler, uzmanlar, şaşkın. Sonra bir açıklama: “Vadeli garanti hesabı duyan herkes, elindeki dövizini bozdurup, Türk Lirası cinsinden bankalara yatırmaya başlamıştır.
Başkan’ın faize açtığı savaştan dolayı parasının değerini koruyacağım diye dövize dönüştüren Emekli’nin ikramiyesi ise bir gecede üçte bir oranında değerini kaybetmiştir.
Yani Bakan Bey’in tabiriyle bizim Emekli “çarpılmıştır.”
***
Şaşkına dönen Emekli sormuş soruşturmuş. Tatmin edici bir cevap bulamamış durumuna.
Araştırayım demiş sonra da yeni şeyler öğrenmiş kendince. “Meğer döviz fiyatları arz ve talebe göre azalıp artarmış.”
Yabancı yatırımcının para girişi yapmasıyla,
Turizm gelirlerinin büyük olmasıyla,
İhracat ile elde edilen gelir oranının fazla olmasıyla da dövizin Türk Lirası karşısında değeri düşermiş, Yani Türk Lirası değer kazanırmış.
“Bankacı kız da bunları demişti zaten,” diye geçirir içinden.
“E! Bunların hangisi oldu ki bütün kurumların kapalı olduğu bir gecenin karanlığında da benim varlığımın üçte biri gitti. Ne oldu da döviz bu kadar hızla, bu kadar yüksek düzeyde düştü,” diye sorduğu herkes:
“Paranı dövize yatırırken kazanmayı düşünüyordun, şimdi kaybedince neden üzülüyorsun?” diyerek Emekli’yi azarlar.
Sonra da Emekli artık anlatmaktan vazgeçer.
***
Fıkra bu ya, kadının biri yatak odasındaki dolabından gelen gıcırtıyı kesmesi için eve marangoz çağırır. Marangoz dolaba bakar ama bir sorun bulamaz. Dolap gıcırdamıyordur. Sorar sonra kadına:
“Abla bu dolabın bir şeyi yok, ne yapayım?”
Kadın:
“Normalde gıcırdamıyor zaten. Yoldan otobüs geçerken gıcırdıyor. Sen şimdi dolabın içine gir, otobüs geçerken bakarsın,” der
Adam da “tamam,” der ve dolabın içine girerek başlar beklemeye.
Bir müddet sonra kadının kocası eve gelir. Üzerini değiştirmek için dolabın kapağını açınca bir de ne görsün: İçinde bir adam. Öfkeyle hemen sorar:
“Sen burada ne yapıyorsun? Ne işin var senin, benim dolabımda?
Adam:
“Abi ne desem bilemiyorum. Ben şimdi sana ‘otobüs bekliyorum!’ diyeceğim ama sen inanmayacaksın...”