• Reklam

Erzurumlu Gülgün Öğretmen

Öğretmeler günü Gülgün öğretmenim için yazdığım tamamı gerçek öyküm                         SENİN GİBİ ÖĞRETMEN

Erzurumlu Gülgün Öğretmen

Öğretmeler günü Gülgün öğretmenim için yazdığım tamamı gerçek öyküm                         SENİN GİBİ ÖĞRETMEN

Erzurumlu Gülgün Öğretmen
Editor: admin
24 Kasım 2020 - 05:48


Haşim, yine sınıfta kalmıştı. Aynı sınıfta ikinci kez kaldığı için artık okuldan da kovulmuştu. Babası inşaatta demirci kalfası idi. O dönemlerde çok yaygın olan yap sat inşaatçılıkta İstanbul’daki en önemli demirci ustalarından biriydi. Aynı anda birçok binanın demir işlerini almıştı ve bir sürü de elemanı vardı. Artık babasının yanında çalışması ya da başka bir iş bulması gerekiyordu. O da babasının mesleğini tercih etmişti. Bu meslekte hem çok para vardı hem de babasının çalışanları ona destek olabilirdi. Kısa zamanda usta olmuştu. Ama okula gidemiyordu. Okulu unutmuş inşaatta çalışıyordu işte. 
Siz Gülgün Hoca’yı hiç bilmezsiniz. O, Vatan Lisesi’nin gülü idi. Her gün bir başka güzel, her gün daha bir özeldi. Gülgün Hoca okulun en sevilen hocalarından biriydi. Branşı İngilizce idi.
Hava sıcaktı. Vatan Lisesi’nden Hırkaı Şerif’e çıkmak için tırmanmak zorunda olduğu yokuş, onu ne kadar genç olursa olsun yormuştu. Keçeçiler’i geçmiş, Melek Hoca’dan Akboğa sokağına dönmüştü. 1976 yılının Haziran ayıydı. Güneşli havada yollar daha asfaltlanmamış, toz toprak içerisinde idi. Terlemiş vaziyette iken yürüdükçe kabaran tozlar, ya da yanından yürüyerek geçenlerin adım attıkça çıkardığı tozlar, terli yüzüne yapıştıkça kendisini oldukça kirlenmiş olarak düşünmesine yol açıyordu. Bir an önce Hırkaı Şerif’teki işini bitirip eve dönmeyi düşlerken yolda sol taraftaki çıkmazda üstü başı kir pas içerisindeki elinde bir alet ile yerdeki demirleri oturduğu tuğlanın üstünden düzeltmekte olan birini gördü. Kir pas içerisindeki yırtık pırtık elbisesi içinde oldukça mahzun bir çocuktu. Ama simsiyah düz saçlarını hatırladı. Yüzüne baktığında onun eski öğrencilerinden biri olduğunu anladı. Tembel bir öğrenciydi. Ama okuldan kovulmuştu. Demek burada çalışıyordu. Merak ederek o tarafa döndü ve çocuğun yanına gitti.
Okuldaki en güzel öğretmenlerden biriydi Gülgün Hoca. Burası okulun mahallesi değildi ama buraya neden gelmişti? Yine her zamanki gibi güzeldi. Yine saçları kabarık, kıyafeti şık ve yine çok güzeldi. Neredeyse bir yıldır okula gitmediğinden bu çok sevdiği hocasını görememişti. Hocası ona bakınca göz göze geldiler. Hocasının ona doğru geldiğini şaşkınlıkla gördü. Gayri ihtiyarı ayağa kalktı ve elindeki işkence denilen hasır demiri doğrultma aletini yere bıraktı. Hocaya doğru gitti. Hoca da ona doğru geldi. Çıkmaz sokağın ana sokağa kavuşan ucuna doğru karşı karşıya geldiler. Konuşmaya başladılar.
- Oğlum, hayırdır? Ne yapıyorsun burada?
- Şeyy, hocam, çalışıyorum. 
- Okul ne oldu?
- Okuldan tasdikname ile uzaklaştırıldım. Yani kovuldum. Ben de inşaatta çalışmaya başladım.
- Niye kovuldun ki?
- Lise 1’de ikinci kez hem de üç dersten kalınca kovuldum işte.
- Peki, nasıl devam edeceksin?
- Nereye?
- Okulaaa!
- Niye ki, çalışıyorum işte.
- Oğlum, ömür boyu böyle inşaatta mı çalışacaksın?
- Elbette. Bu benim baba mesleğim. 
- Baba mesleğin mi? Sen ne zamandır çalışıyorsun ki?
- Ooov! Hocam, ben yaz tatillerinde çıraklık yapardım. Eee! Geçen yıl kaldığımdan beri de çalışıyorum. Artık usta oldum.
- Olsun oğlum. Meslek öğrenmek iyidir. Ancak sen kafalı çocuksun okuman lazım.
- Artık okumak istemiyorum hocam.
-Aaa! Olur mu oğlum? Bak lise 1’e kadar gelmişsin. Tamam, biraz çalışmadın ama sen başarılı olabilecek kafadasın.
-Yok hocam! Ben usta oldum artık okumak istemiyorum.
- Öyle deme oğlum. Beni üzüyorsun. Bir öğretmenin en mutlu zamanları öğrencisini başarılı gördüğü anlardır. 
- Sağ ol hocam kalsın, dedi. 
Öğretmen de mahzun mahzun:
- Neyse ayrılmam lazım. Sonra görüşmek üzere, dedi. Fakat aklı Haşim’deydi. Uslu bir öğrenciydi Haşim ama tembeldi. Aslında çok kafalıydı. İsteyince çok başarılı olabilirdi. Ertesi gün de yolunu yine aynı inşaatın önünden yaptı Gülgün Hoca. Haşim yine yerde bir tuğlanın üstüne oturmuş hasır demiri düzeltiyordu. Ona doğru gelince yine Haşim elindeki işkence denilen demir aleti yere bırakarak hocasının karşısına geçti. Elini öpmeye çekindi. Öpse miydi öpmese miydi? Çünkü üstü başı elleri kir pas içerisindeydi. Hâlbuki hocası ise güzellik ve temizlik abidesi gibiydi. Hocasının önünde eğilerek başı ile selam verdi. Hocası elini uzattı. O da hocası elini uzatınca geri çevirmedi. Hemen eli kaptı ve paslı elleri ile dudaklarına getirdi. Öptü ve bıraktı. Hocası:
- Ne haber Haşim, dedi.
- İyilik hocam.
- Bugün nasılsın?
- Allah’a şükür. Hamdolsun iyiyim hocam.
- Peki, dünkü meseleyi iyi düşündün mü?
- Hangi meseleyi hocam? Derken, Haşim dünkü meseleyi unutmuştu bile. Çünkü kafasında geriye dönmek diye bir şey yoktu.
- Seni sınavlara sokup tekrar okumanı sağlamak için konuşmuştum ya, dedi Gülgün Hoca. Haşim de:
- Yok hocam. Sağ ol. İşim iyi, dedi. Gülgün Hoca, pes edecek yapıda değildi. Israrla konuşmaya devam etti:
- Öyle deme Haşim, sen istersen başarırsın. Haşim yılgınlık içerisinde:
- Başarabilseydim geçerdim. Kimse de yol göstermedi. Kendi başıma bu kadar gitti. Babam da annem de cahil insanlar, okumamışlar. İlkokulu zor bitirmişler. Ne kadar uğraşmışlarsa da anlamadıkları için, bilmedikleri için beni yönlendiremediler. Ama birçok baba dersi zayıf olan çocukları, buradan memleketlerine naklediyor. Orada ikmal sınavlarına sokuyorlar. Çocuklar sınıfı geçip geliyorlar. Bakın ben iki senedir ilki beş zayıf dersten dolayı ikincisi üç zayıf dersten dolayı sınıfta kalıp belge verilmesi sureti ile kovuldum. Daha ne yapayım? Dedi. Hoca da üzülmüştü. Anneyi tanıyordu. Nadir de olsa okula veli toplantılarına geliyordu ama çocuğunun her dersi zayıf ve başarısız olması onu haliyle üzüyordu. Yılmadı:
- Tamam, oğlum, seni ben çalıştıracağım, ben okutacağım gel ne olur, dedi. Haşim:
- Hocam sormak olmasın kaç lira maaş alıyorsunuz? Diye sordu. Hoca şaşkınlıkla:
- Hayırdır, niye ki?
- Yok hocam siz kaç lira maaş aldığınızı söyleyin.
- 1000 lira civarında alıyorum.
- Yaa! Gördün mü hocam? Ben şu anda 4500 lira maaş alıyorum ve yeni ustayım. Ama biraz daha pişip götürü iş almaya başlarsam 15000 lirayı geçer aylık kazanacağım para, yani okuyup da öğretmen mi olacağım? Dedi. Hoca da bu kadar parayı duyunca umudunu kaybetmişti. Kendisinin bir yılda kazanabileceği parayı eğer ustalar bir ayda alıyorlarsa boşuna okumuş olacaklardı. Ama kendi mesleğinin de bir kutsallığı vardı. Kendi mesleğinin bedenen çalışmayı gerektiren bir işle kıyaslanmasına bozulmuştu Gülgün Hoca. Cevap verdi:
- Öyle deme Haşim. Bak sen burada çalışıyorsun, ben sen çalışırken üstüm başım tertemiz geziniyorum. Bak sen bu sıcağın altında ter içerisinde kir pas içerisindesin. Benim işimin saati var. Senin çalıştığının yarısından daha az çalışıyorum. Bak senin yağmurda karda çalışamayacağın zaman olacak ama biz çalışacağız. Sonra biz tatilde iken, izinde iken maaşımızı almaya devam edeceğiz, sen alabilecek misin?
- Yok, almayacağım ama sizden çok daha fazla para kazanacağım kesin, dedi. 
- Oğlum her şey para mı? Hasta olursan kim bakacak sana. Çocuklarına kim bakacak. Sigortalı olsan da işe gitmediğinde para alabilecek misin? Dedi.
- Yok hocam, çalışmadığım günlere para alamayacağım doğru ama sizden çok fazla yevmiyemizin olması bu açığı kapatıyor, dedim.
- Yaa! Gördün mü? Sen gel okula başla. Nasılsa kışın kardan, yağmurdan, soğuktan çalışamayacaksın. Gel okula, yazın yine çalışırsın işte, dedi. Haşim’in de kafası karışmıştı. Gerçekten kışın çalışılmıyordu. Kar yağdı çalışma yok, yağmur yağdı çalışma yok, hava kapalı yağmur yağabilir çalışma yok, beton dökülecek çalışma yok, hastaneye gidilecek çalışma yok, hava çok sıcak olacak çalışma yok, bazen iş olmayacak çalışma yok ! Gerçi yevmiye olarak hocasının maaşını günlük hesaba vurduğunda dört beş misli fazla alıyordu ama yine de hocası hafta sonları dinlenirken maaşı işliyordu. Ama nasıl başaracaktı ki? Hoca, sanki aklından geçenleri okumuş gibi:
- Yarın paydos ettikten sonra gel. Benim evimi biliyorsun. İngilizceyi ben çalıştıracağım.
- Sağ ol hocam: Bir düşüneyim, dedi Haşim. Haşim’in aklına kar suyu kaçmıştı. Gülgün Hoca umutlanmıştı, peşini bırakmadı. Ertesi günü de inşaata uğradı ama Haşim yoktu. Demir işi yoktu inşaatta. Ama öğretmen ne bilsin demir işi bir inşaatta ne kadar sürer. Ne bilsin Haşim daha gelecek mi? Ancak Gülgün öğretmen üzüldü. Acaba Haşim’i yine mi kaybetti? Umutsuz ve mahzun şekilde oradan ayrıldı ve yoluna devam etti. Ertesi gün tekrar o inşaatın önünden geçti. Büyük kalabalık vardı. Ameleler, ustalar, kalfalar, patronlar vardı. Beton döküyorlarmış. O kalabalıkta yine Haşim yoktu. Kalabalıktaki iş yoğunluğu ve hareketi görünce kimseye soramadı. Şansını ertesi güne sakladı. Ertesi gün okul çıkışından sonra inşaat önüne geldiğinde bu kez kimse yoktu inşaatta. Dün kalabalıkta sormaya utanmıştı. Bugün ise soracak kimsesi yoktu. Bir sonraki gün artık ne olursa olsun inşaatta çalışan var ise soracaktı. İnşaatın yanına geldiğinde üstte yeni beton üzerinde iki kişinin çalıştığını gördü. Onlara bakıp tam ağzını açacaktı ki Haşim’in ellerinde bir kucak dört köşe demir dolu halde yukarı çıktığını görünce yüzü gülerek ona doğru seslendi;
- Haşiiiiim ! Haşim sesi duyunca yan taraftaki yola baktığında Gülgün Hoca’yı gördü. O da sevindiğini belli eden yüz gülümsemesi ile kucağındaki etriye denilen dört köşe demirleri hemen inşaatın bir kolon denilen direklerinden birinin dibine boşalttı. Sonra hocanın yanına giderken ellerinde ve kucağındaki demir paslarını silkeledi. Hocanın yanına geldiğinde epeyi silkelenmişti. Hoca da ona sevecen gözlerle bakarak yanına gelmesini bekledi. Haşim yanına geldiğinde elini uzattı. Hocanın da elini uzatması ile hemen eline sarılıp elini öpmeye çalıştı. Hoca da elini öptürmemek için çekti. Gülgün Hoca Haşim’in elinin kirliliğinden değil de kimseye elini öptürtmediğinden çekti. Haşim, o eli öpmek için ne kadar mücadele ettiyse de mücadeleyi kaybetti ve elini sadece sıkmakla yetindi. Gülsüm Hoca, sevinçle:
- Haşim, nerelerdesin? Kaç gündür geliyorum ama seni burada bulamıyorum.
- Evet hocam, buradaki demir işi geçici olarak bitince başka inşaatta çalışmaya gitmiştim. 
- Neyse, geldin ya, önemli olan o. Şimdi akşam paydostan sonra eve gel de ilk dersi yapalım.
- Hocam, bırakın beni, ben sizin gibi öğretmen olmak istemiyorum.
- Neden ki? Okuyunca ille de öğretmen mi olunuyor? Bak inşaatçısın. İnşaat mühendisi ol, mimar ol.
- O açıdan demedim hocam. Ben öğretmenlerimi çok severim. Baksanıza kaç gündür buraya yanıma gelip gidiyor, beni okumaya teşvik ediyorsunuz.
- Evet, öğretmenlik kutsal bir meslektir. Öğretmenlik, topluma insan yetiştirmektir. Bak ben buraya gelmekle bir maddi çıkarım olmayacak. Ama seni kazanacağım. 
O arada yukarıdan bir usta seslendi:
Haşim, etriyeler nerede kaldı? Hemen etriyeleri getir. Deyince Haşim, Gülgün Hoca’ya:
- Hocam, müsaadenizle çağırıyorlar, dedi. Gülgün Hoca ise:
- Tamam tamam. Akşama bekliyorum. Paydostan sonra gel. Haşim ise, hocasının bu özverisine üzüldü. Onu kırmak istemedi. En azından bir denerdi. Ne kaybederdi ki?
- Tamam, hocam, akşama geleceğim, dedi Haşim.
Paydostan sonra iyice aklandı, paklandı. Çalışırken ki hali hiç yoktu. Haşim orta boylu olup; simsiyah gür saçları, yeni terlemeye başlamış kısa bıyıkları, İspanyol paça kahverengi pantolonu, 50 kiloyu geçmeyen zayıf ve dinç hali, yarı ipek kısa kollu gömleği ile yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Utana sıkıla akşama Gülgün Hoca’nın evine gitti. Halıcılar caddesinde en eski ilk apartmanlardan biri olan apartmanın ikinci kat ziline bastı. Daha önce buraya hoca ile bayramlaşmaya gelmişti. Ama bu kez farklı idi. Hoca ona güvenmişti. Acaba olur mu olmaz mı bilemiyordu. Son bir kez şansını deneyecekti. Ama öğretmen yirmili yaşların sonuna gelmiş olmasına rağmen bekâr biriydi. Evine destursuz gitmesi uygun olur muydu? İnşallah anası, babası evde olurdu. 
Gülgün hoca da evine genç bir bekâr erkek misafir alacaktı. Çevredeki komşular görüp dedikodu yapacak halleri yoktu. Nasılsa yeni yetme delikanlı gelecekti. Üstelik anası babası da yoktu. Gülgün Hoca, Haşim evde sıkılmasın diye gençlik dergilerinden Hey dergisinin çeşitli sayılarını çalışma masasına koydu. Bir de birkaç cep foto roman koydu. Bunlar o dönemde moda olduğundan Haşim de her ne kadar inşaatlarda çalışıyorsa da en azından bunları okumamış olsa da bilebilirdi. Böylelikle onu evde daha çok tutabilirdi. Kendi de tekrar üstü başına baktı. Sanki eve çok ağır misafir gelecekti, sanki eve müdürü gelecekti. Sanki eve onu istemeye geleceklerdi.
İlk dersleri çok iyi geçti. Gülgün Hoca, Haşim’e özel kekler, poğaçalar yaptı. Çay getirdi. Şimdi Haşim işten geldiğine göre açtır. Yemek yapsa yemezdi ama böyle aperatiflere bir şey denmezdi. Haşim de gelen ikramları kabul etmemezlik etmedi. Ders arasında hocası çay koymaya mutfağa gittiğinde ya da herhangi bir ikram için mutfakta iken Haşim oradaki Hey dergilerinden en üstte olanlarına baktı. Birkaç tanesini okudu. Nilüfer ile ilgili yeni plağının haberini okudu, Barış Manço’nun magazin haberlerini okudu. Edip Akbayram’ın Elazığ konseri ile ilgili haberlere baktı. Sonra Fatma Girik’ten, Hülya Koçyiğit’ten haberler vardı. Onlara baktı. Zaten dergi de görsel ağırlıklı olduğundan fazla okunacak yazı yoktu. Bakılacak resimler vardı. Ders aralarında bunlar ile oyalandı ama zamanında anlamadığı İngilizce zamanlara ait konuları dikkatini konuya verince anlamaya başlamıştı. Ders oldukça verimli geçmişti. Haşim’in hoşuna gitmişti. Hem anlamaya başlamıştı hem de ortam hoşuna gitmişti. Derse devam etmeye karar verdi. 
Artık her akşam iş dönüşü dersler devam etti. Haşim, kaç senedir arka arkaya başarılı olamadığı ve zayıf aldığı İngilizce dersinin sınav ile ilgili tüm bilgilerini yutmuş gibiydi. Diğer belge aldığı derslerden Biyoloji dersi için de birkaç akşam okulun Biyoloji öğretmeni, Gülgün hanımın evinde Haşim’e ders verdi.  Haşim’in kaldığı diğer ders olan fizik dersi için de kendi parasıyla hoca tuttu. Sınav günleri geldiğinde Haşim oldukça heyecanlıydı. Aksi gibi de yazın sonlarına yaklaşıldığından işler yoğundu. İnşaatlarda bir gün bile boş bırakmadan çalışıyordu. Ancak akşamları da dersi hiç kaçırmıyordu. İngilizce sınavından önceki gün de inşaatta çalışmıştı. Ama derslere iyi hazırlanmıştı. Sınavlar bitti ve en yüksek notu İngilizce’ den aldı. Diğer derslerden de başarı ile geçti. Sınıfını geçmişti artık. Bundan sonrası kolay oldu. Gülgün Hoca, ona üniversite sırasında burs alırken kefil oldu, yardım etti. Haşim Hoca, Gülgün Hocasına “senin gibi öğretmen mi olacağım” demişti. Ama onun gibi öğretmen oldu. İki ayrı dalda uzman oldu. Halk eğitimde, Eğitim Müzesi’nde ve birçok okulda müdürlük yaptı. Halen Bakırköy de müdürlük yapmaktadır. İki üniversite bitirdi. İki ayrı dalda uzman oldu. 40’tan fazla eser yayınladı. Alanında sayılı otoritelerden oldu. Müze müdürlüğü, spor kulübü, folklor ve eğitim derneklerinde başkanlık ve yöneticilik yaptı. Hocasının okulunda öğretmenlik yaptı. Ama Gülgün Hocasını bulamadı. Çok aradı, çok sordu ama yine de bulamadı. Aradan yıllar geçti. Yeni teknolojilerin getirdiği nimetlerden yararlanarak Gülgün Hocasının izini buldu. Onun ağırlama şerefine nail oldu. Tam 36 sene sonra elini öperken içinden geçirdiği şu idi. Gülgün Hocasına dediği söz : “Ben senin gibi öğretmen mi olacağım”. Evet, onun gibi öğretmen olmuştu. İçinden de sonra “iyi ki olmuşum” dedi.