Bugün birisi bana:“Türk Milleti’nin, lise öğrencilerini bile cepheye sürdüğü Çanakkale Savaşı’ndan sonra, geleceğine vurulan ikinci büyük darbe hangisidir?” diye sorsa…Hiç tereddütsüz öncesi ve sonrasıyla “12 Eylül 1980 Darbesi” diye cevap veririm…
Türkiye’nin emekleyen çocuk gibi düşe kalka oluşturmaya çalıştığı, halkın iradesinin yönetime yansıması yolundaki demokrasi mücadelesinin, önündeki en büyük engeller her zaman darbeler olmuştur.
Bundan daha kötüsü ise bu darbelerin hiç birini tarafsız bir zihin ve özgür irademizle bir türlü sorgulayamamış olmamızdır.
Bu darbelerin, hazırlanışı bakımından en sinsisi, en acımasızı ve en kanlısı ise “12 Eylül 1980 Darbesi” olmuştur. Çünkü Türk demokrasisi, eylül darbesinin hem öncesi hem de sonrasında büyük yara almıştır.
…
Bakın bu darbe ile Türk Milleti neler kaybetmiştir.
12 Eylül 1980 Darbesi'ne giden sürecin öncesi; Türkiye'de siyasi, ekonomik, sosyal krizlerin yaşandığı ve istisnaları saymazsak çok büyük bir kısmının üniversite eğitimli olan 4.250'den fazla kişinin öldürüldüğü dönemdir.
12 Eylül 1980 darbesi sürecinde, 650 bin kişi gözaltına alınmış,
39 ton gazete, kitap ve dergi yakılmış,
927 basın ve yayına yasak konulmuş,
1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş,
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştır…
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılanmış, 7 binden fazla kişi için idam cezası istenmiş. 517 kişi ölüm cezasına çarptırılmış ve bu süreçte, 50 kişi darağacına gönderilmiştir...
Bu tablo içinde yer alan insanlarımızın, neredeyse tamamının üniversite eğitimli gençler olduğunu düşünürsek, “12 Eylül Darbesi, Çanakkale Savaşı’nda kaybettiğimiz eğitimli genç nesilden sonra, Türk milletinin geleceğine vurulmuş en büyük darbedir,” iddiamızın ne kadar haklı olduğu anlaşılacaktır.
Esas canımızı acıtan ise milletimizin geleceğine vurulan bu darbenin, ülkemiz üzerinde emperyalist emelleri olan devletlerin muhribiyle, denizaltısıyla, topuyla, tankıyla değil, bu milletin dişinden tırnağından artırarak beslediği, bizim insanlarımız tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır…
Darbe sürecinin altında ezilen bu kuşağın adına her ne kadar “78 Kuşağı” denilse de ben bu kuşağı “kayıp kuşak” olarak adlandırmayı daha uygun bulmuşumdur.
Eylül darbesinin, öncesi ve sonrasıyla bu kuşağın gerçek inanmışlarının hikâyesini, üç kitap olarak kurgulayıp yazdım Eylül üçlemesiyle…
Bugün size, birinci kitabı “Eylüle Kadar” olan bu üçlemenin ikinci kitabını, yani “Soğuk Eylül” ü anlatacağım. Tabi ki bizim mahalleden… Üç yaşında yetim kalmış, yoksul bir Anadolu çocuğu olan Ülkücü Sinan’ın bakış açısıyla… Onun sözleriyle…
…
“Bugüne kadar uygulanan ekonomik sistemlerin hepsi çöktü. Devletçilik yapmayan liberal bir rejim, emeği sömüren acımasız küçük bir sınıf yarattı. Yoksul daha yoksul, zengin daha zengin oldu. Mülkiyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan Marksist sistem, insanların yaratıcılık ve üretme arzularını köreltti. Üstelik devlette, daha fazla ayrıcalığı olan yeni bir yönetici sınıf oluşturdu.”
“İnsan, yaradılışı itibariyle bencil bir varlık. Önce benim olsun istiyor. İşte biz insanın bu yanını da doyuracak, lakin başka insanların hak ve hukukuna tecavüz edemeyeceği bir sistem kuralım istedik. Bütün sosyal dilimlerin kendi aralarında örgütlendiği, güçlünün güçsüzü tahakküm altına alamayacağı bir sistem… Hem benim olacak, hem bizim… Bizim olan büyüdükçe benim olanın da büyüyeceği bir sistem. Her kim birinin hakkını gasp etmeye kalkışsa, devletin adil gücünün yasaları uygulayacağı bir sistem...”
“Yoksul Anadolu çocuklarını, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin, ekonomik ve sosyal alandaki programlaraydı bu inançta birleştiren. Refahtan bizim de payımızı almaktı amacımız…”
“Zaten, yoksul, yetim bir köylü çocuğu olan Sinan’ı sınava alıp yeteneklerini keşfeden, sonra da meslek sahibi eden devlet de bu düşünceler ve bu ideoloji üzerine kurulmuş değil miydi?”
“Elbette ülkemizi sevdik, elbette Türklüğümüzle övündük, elbette vatanın korunması gerektiğin de ölmeyi de göze aldık. Ama vatan millet naraları atarak varlıklarına varlık katan, cenneti yoksullara vadedip, dünya varlıklarına varlık katan ağaların paşaların malını ve mülkünü korumak için ölüme koşmayı seçmemiştik.”
“Evet, vatan savunması zorunlu olunca vatan için, devlet için ölüm de vardı düşünce sistemimizde. Ama herkes gibi… Herkesle birlikte… Zenginiyle, yoksuluyla aynı amaç uğruna…”
“Olmadı… Bizim ideallerimizi, kendi kurdukları düzene başkaldırı olarak algılayanlar, demokrasi içerisinde gelişmemizi büyük bir tehlike olarak gördüler. Ve Eylül darbesinin taşlarını örmeye başladılar.”
“Darbeyle birlikte, bu kuşağın ‘devrimciler ve ülkücüler,’ olarak bilinen iki grubu, ihtilali planlayanlar tarafından ağır işkencelere tabi tutulup sistem dışına itildiler. Ama birileri vardı ki ihtilal onlara dokunmadı.”
“12 Eylül anayasasının yasaklarıyla geçen yirmi yılın sonunda, siyasi ideolojilerini “muhafazakâr demokrat” olarak yeniden tanımlayan, önceleri mensup oldukları milli görüş gömleklerini çıkardıklarını söyleyerek, hedeflerini; “Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklarla mücadele” olarak ilan edenler iktidar oldular...”
“Önceleri, “bedel ödeyenler biz olduk, iktidar olanlar ise kıyıda köşede dolaşanlar,” deyip biraz hayıflansak da sonraları “olsun, inançlı insanlar, başları secdeye varıyor,” diye düşünüp kabullendik.Ancak bizim kabullendiklerimiz bizi kendilerine yakın görmediler. Onların başka hesapları vardı…”
“Birinci beş yıllarında çıraktılar, bu süreyi devleti tanımakla, kendileriyle ilgili söylentileri devre dışı bırakmak ve vatandaşı memnun edebilecek faaliyetlerle geçirdiler.”
“İkinci beş yıllarında kalfa oldular, kendilerinden olmayanları suçlayıp halka şikâyet ettiler. Dahası işbirliği içinde oldukları cemaat mensuplarıyla birleşip amaçları için engel gördüklerini mahkûm edip zindanlara tıktılar…”
“Üçüncü dönemde artık ustalaştılar… Devlet kadrolarından ve kamu kurum ve kuruluşlarından, hatta sivil toplum kuruluşlarından kendilerinden olmayanları tasfiye edip kendilerine sadakatle bağlı olanları yönetim basamaklarına yerleştirdiler…”
…
Soğuk Eylül’de olay örgüsü:
“Bir eğitim kurumunda müdür olarak görev yaparken, 2014 yılında yapılan yasal düzenleme ile Türkiye genelinde görevinden alınan sekiz bin eğitim yöneticisinden biri de Sinan’dır…
Görevden alınmalarının planlamasını yapan grubun içinde, Sinan’ın üniversiteden sınıf arkadaşı olan Soner de vardır. Aralarında sevgi ve saygıya dayalı yakın arkadaşlık bağı olmasına rağmen, Soner, cemaate bağlılığı nedeniyle Sinan’ın yöneticilik görevinden alınmasına engel olamamıştır. Duygularını paylaşmak için Sinan’ı ziyarete gelen Soner’le Sinan arasındaki sohbet tartışmaya dönüşür. Cemaat kuralları söz konusu olunca Soner’in çaresizliği Sinan’ı üzer.
Yöneticilik görevlerinden alınmaları sırasında, kurucusu olduğu sendikanın, mensubu ve yönetiminde bulunduğu çeşitli sivil toplum kuruluşlarının, iktidarın bu haksız ve hukuksuz uygulaması karşısında sessiz kalması, Sinan’ı büyük bir hayal kırıklığına uğratır.
Sinan’ın, hakkında yapılan idari işlemin haksız ve hukuksuz olduğu gerekçesiyle başvurduğu İdare Mahkemelerinin yürütmeyi durdurma ve sonra da idari işlemi iptal kararlarını, idari kadrolar uygulamaz.
İdari uygulamaları iptal eden mahkeme üyelerinin üzerinde kurulan yönetim baskısıyla, mahkemelerin, iktidar uygulamaları lehine kararlar vermeye başlaması, Sinan’ın umutlarının savrulmasına neden olur.
Sinan aynı zamanda eğitim ve sosyal içerikli yazılar kaleme alan, çeşitli internet sitelerinde köşe yazıları yazan ve ulusal düzeyde aylık yayın yapan “Kadro” adındaki fikir ve sanat dergisinde yazı kurulundadır… Aynı zamanda bir roman yazma çalışması içindedir.
Sinan’ın da yazı kurulunda bulunduğu aylık yayın yapan “Kadro” adlı fikir ve sanat dergisi yayın kurulu, “Türk Milliyetçiliğinin Dünü, Bugünü ve Yarını” adı altında bir çalıştay hazırlıklarına başlamıştır.
2014 ve 2016 yılları ülke açısından siyasal ve ekonomik olarak çalkantılı bir döneme girmiştir. Milliyetçi Parti, kongre tartışmaları sonucu ikiye bölünmüş, ülke adım adım 15 Temmuz’a doğru gitmektedir.
Sinan, yöneticilikten alınıp öğretmen olarak atandıktan sonra bütün bu olumsuzlukları yaşarken bir şey olur… Öğretmen okulundayken aşık olduğu ama aşkını ilan edemeden okuldan ayrıldığı Rana ile karşılaşır. Öğrencilik yıllarında yaşadıkları ve karşı fikirlerde olmaları nedeniyle birbirine açılamamış iki gencin kırk yıl sonra karşılaşmalarıyla gerçek bir gençlik aşkının hikâyesi ortaya çıkar…”
…
“Soğuk Eylül,” Türk Milliyetçilerinin; gelişmeci, sosyal adaletçi, paylaşımcı ve aksiyoner fikirlerinin askıya alındığı durağan bir dönemde; inançları uğruna birlikte ölümlere gidenlerin, kişisel çıkarlar söz konusu olduğunda yaşadıkları kırılmalarla yüreklerin soğumasıdır.
“SOĞUK EYLÜL,” İŞKENCELERE, ZULME VE BASKILARA BAŞ EĞMEMİŞ, KAYIP KUŞAĞIN GERÇEK İNANMIŞLARININ, EYLÜL SÜRECİYLE, NASIL SİSTEM DIŞINA ATILDIKLARININ HİKÂYESİNİ ANLATIR…
Kayıp Kuşak 2 SOĞUK EYLÜL
Editor: admin
15 Aralık 2023 - 07:01
YORUMLAR