“…Türkiye'de Türk-Kürt kutuplaşması/bütünleşmesi ekseninde ele alınabilecek dört temel kimlik algılaması olduğu söylenebilir. Bunlar
(1) “Toplumun büyük çoğunluğu olarak "Türküm" diyenler,
(2) "Ben Kürdüm ama Türk üst kimliğinden rahatsız olmuyorum",
(3) "Kürdüm ve birlikte yaşamak istiyorum",
(4) "Kürdüm ve bir arada yaşamak istemiyorum" diyenler...
Açıkça görülmektedir ki Kürt siyasi hareketinin temsilcisi olma iddiasındakiler ve daha belirgin olarak HDP kanadı süreç içerisinde birinci kesimden dördüncü kesime doğru bir konumlanma içerisine girmiştir. Söz ve icraatları toplumun ve Kürtlerin ancak küçük bir bölümünü temsil eder hale gelmiştir,” yönündeki tahlili son günlerdeki yaşadıklarımızla anlam kazanmaktadır.
En temel insan haklarını savunuyorum iddiası ile siyaset yapan bir siyasetçinin(Selahattin Demirtaş); “Kürtler, binlerce yıldır bu toprakların gerçeğidir. 1071’de Alparslan Malazgirt’e gelmeden önce de Kürtler burada vardı.” diyerek Türker’i Orta Asya’ya geri dönmeye davet etmesini,
Bir diğer siyasetçinin(Figen Yüksekdağ): “Biz siyaset yaparken sırtımızı YPJ’ ye YPG’ ye ve PYD’ ye yaslıyoruz” şeklindeki sözleri ile terör örgütleri ile halkı tehdit etmeye kalkışmasını, öfkeyle söylenmiş sözler olarak düşünüyorduk.
Son yaşanılanlara bakıldığı zaman, Bizim de bu sözlerin sahibi siyasilerin, Sayın Zorlu’nun tanımlamaya çalıştığı 4. Kimlik algılamasına doğru kaydıkları yolundaki kanaat geliştirmemize yol açmıştır.
Dokunulmazlıkları kaldırıldıktan sonra, Bir kısım HDP milletvekilinin, Savcılığın davet ile ifade vermeye çağırdığı, ancak davet üzerine ifade vermeye gitmemeleri üzerine adli kolluk kuvvetleri marifeti ile gözaltına alınması ve bu milletvekillerinden bazılarının tutuklanması sırasında ve sonrasında yaşananlar ise bu kanaatimizi pekiştirmiştir.
Bir eski milletvekilinin(Hasip Kaplan) “BHH dayanışmanıza zor spas. Baska yolu yok, ya hep beraber ya da hiçbirimiz” tweetiyle neyi amaçlamış olacağını yine aynı milletvekilinin, davetine uymayan halka, daha sonraki tweetiyle “Kürdün yavşağına, iktidar uşağına, tırsıkçısına yazıklar olsun; keklik soylulara.” hakaret etmesi,
Başka bir milletvekilinin ise(HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder) tutuklamalarla ilgili olarak: “ Bu sivil, siyasi iradeye vurulmuş çok önemli bir darbe ve ortak yaşam umudumuzu çok körelten bir şey.” diye bir açıklamada bulunmasını, analitik bir düşünce metodu ile değerlendirip, olayları üst üste koyunca, ortaya çıkan tablo Sayın Zorlu’yu destekler mahiyettedir.
Bugün bütün emperyalist güçlerin hayata geçirmeye çalıştığı orta doğudaki yeni şekillenmede, Türkiye’nin sınırlarına komşu bir Kürt yapılanması adım adım yürürlüğe sokulmaya çalışılmaktadır.
Irak da bu yapılanma tamamlanmış, Suriye de de büyük bir yol almıştır.
Ortadoğu’da hayata geçirilmeye çalışılan ve dünyayı dizayn eden güçlerin, açık yada gizli destek verdikleri bu yapılanmanın, Türkiye ayağını da bölücü unsurların “Demokratik Özerklik” adı altında kalkışmalara girişmelerinin izlemiş olduğu açıktır.
Hendek siyaseti ile amacına ulaşamayan etnik ayrılıkçılar, ayaklarına geldiğine inandıkları bu tarihi fırsatı kaçırmamak için her yolu kullandıkları görülmektedir.
Bazı HDP milletvekilleri, “biz davete icabet etmeyeceğiz bizi kolluk kuvveti marifeti ile alsınlar” diyerek devleti bu eyleme zorlamıştır.
Vekillerin zorla alınması sırasında çekilen videolar, haber kanallarına servis edilmek suretiyle bu görüntülerin halkta infial yaratması hedeflenmiştir.
Toplumun bir kesiminin temsil yeteneğini kaybetmiş olduğu şeklinde art arda yapılan açıklamalarla dünyada, “Türkiye’de insan hakları ihlali yapıldığı” algısı oluşturmak amaçlanmıştır.
Bu durumun;
“Devlet bizim kimliğimizi tanımıyor ve bizi asimile etmeye çalışıyor.”
“Çocuğumuzun adına kendi istediğimiz ismi veremiyoruz.”
“Köyümüzün, kentimizin adı dedelerimin verdiği ad olarak kalmamış değiştirilmiş, bizim verdiğimiz isimler kabul edilmiyor, değiştiriliyor.”
“Çocuklarımıza ana dilimizi öğretemiyoruz.” şeklindeki yıllardır dile getirilen masum istekler olmadığı, farklı boyutlara doğru sürüklendiği artık ayan beyan ortadadır.
Olayları bu yöne doğru sürükleyenlerin bilmesi gerekir ki:
Toplumda, masumane temel insan hakları olarak görülen ve hoş görü ile karşılanan bu isteklerin karşılanabilmesi için devletten çözüm yolları geliştirmesini bekleyen büyük kitle yok artık.
Toplumdaki bu hoşgörü anlayışı terör örgütünün kanlı eylemleri sonucu yerini kan, gözyaşı ve öfkeye terk etmiştir.
Artık bu büyük kitle ayrılıkçı terör örgütünün, “Demokratik Özerk Yönetim” isteği adı altında ülkemizden bir toprak parçası koparmak amacıyla Kürt’ü de Türk’ü de acımadan öldürdüğünü görmektedir.
Ve artık, ülke içinde bu amaçlara hizmet eden başka bir silahlı gücün barınmasına izin verilmemesi için devletin bütün gücü ile mücadele etmesine tam destek vermektedir.
İnancımız odur ki bu düşüncelere, kendi bölgelerinde yaşayan ya da ülkenin dört bir tarafına yayılmış ve her türlü inanç ve etnik yapı ile kaynaşmış Kürt kökenli vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu da destek vermektedir.
Onlar da binlerce insanımızı toprağa vermemize neden olan terör belasından bir an önce kurtulmak istediklerini, terörle mücadele yolunda harcanan maddi gücün bölgenin refahı için harcanmasını beklediklerini her türlü kışkırtmalara rağmen devletin yanında yer alarak göstermişlerdir.
Bu toplumun “ortak yaşama umudu” Sayın Vekilin dediği gibi köreltilmekte değil, her zamankinden daha gür bir şekilde yeniden yeşertilmektedir.
YORUMLAR