Beni bilenler bilir. Liberal ekonomi sistemin uydurduğu şu kutlama günlerini oldum olası hiç içten bulmam. İçten bulmadığım için de ne kutlamaktan yana teşebbüsüm olur, ne de kutlanılmasından yana bir beklentim.
Kendimi bildim bileli, başkalarının zorlamasıyla iş yapmaya karşı direnen, hele bir de kandırıldığıma inanırsam, direncim öfkeye dönüşen, inatçı bir kişiliğim olduğundan, başkalarını yönlendirmeye de teşebbüs etmem. Çok sevdiğim birkaç kişi istisna tabii.
Ancak biz her ne kadar, serbest piyasa ekonomisinin ticareti teşvik amacıyla icat ettiği bu kutlama günlerinin, gerçek niyetinin maddi kazanç olduğunu düşünsek de artık oturmuş ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul görmüş olduğu da bir gerçek.
Öyle ki kutlamadığımız zaman zılgıt yediğimiz birkaç gün bile var. “Anneler Günü,” “Kadınlar Günü,” “Sevgililer Günü,” gibi...
Diğerleriyle kıyaslandığı zaman popülerliği daha düşük olan her “Babalar Günü’nde, gününü kutlayacağım babamın hayatta olmadığından mahzunlaşırım.
Benim yaşımda birinin babası hayatta değil diye mahzunlanmasını garip karşılayabilirsiniz. Ama benim hikâyem biraz farklı...
Benim babam, öldüğünde 38 yaşındaydı derdi annem... Bense üç yaşımda...
Annem ne zaman yalnız kalsa, bir kenara çekilir otururdu da dizlerini büker, dirseklerini de dizlerine dayar, yüksek sesle ağlardı sık sık. En çok dut ağacının altında...
Hep ileri bakardı ağlarken. Arada bir içini çeker "Yigidim oy!" diye feryat eder, sonra bir kaç derin nefes alır yine ağlardı... Ağlardı...
Öyle içten gelirdi ki bu feryadı bana. Çocuk kalbim dayanamaz gider kucağına girerdim. O beni sarıp koklarken, ben de otuz yedi yaş ve yiğitlik kavramını algılamaya çalışır, babamı hayal ederdim küçük belleğinde...
Oysa ben,
“Baba!” dediğimi hatırlamam…
Yüzünü hatırlamam, sesini hatırlamam, oğlum dediğini hatırlamam...
Elimden tuttuğunu, kucağına aldığını, kolları arasında sardığını, öptüğünü, başımı okşadığını, boynumu kokladığını hatırlamam...
“Babalar böyle mi sever? Bunları da nereden biliyorsun?” demeyin! Annemden… Annem öyle severdi bizi.
Ben de öyle sevdim çocuklarımı. Babalar da anneler gibi sever çocuklarını diye düşündüğümden... Annemiz sararak gösterirdi sevgisini. Ben de sararak sevdim hep...
Annelerin eli öpülmez, anneler elleriyle, kollarıyla sarar çocuklarını. Eli öpülenler babalardır diye, hiç el öpmedim. El öpmeyi de öğrenemedim haliyle.
Annemiz de elini öptürmediği için midir, nedir, annemim elini öpmek hep soğuk gelirdi bana. El öpmek sevgiden çok saygıdandır, diye düşünürdüm. Öyleyse babalara saygı duyulur demek ki…
Her neyse! Dedim ya sarılmak el öpmekten çok daha sıcak, çok daha candan gelirdi bana her zaman.
Baba bilmediğim için çocukların babaları nasıl sevdiklerini de bilemedim.
Pedagog oldum, bilimsel yanlarını öğrendim, baba çocuk ilişkisinin ama duygusal yanım hep eksik kaldı.
Belki üç yaşıma kadar yaşadığım da olmuştur ama çocuğun babaya beslediği duyguları, yaşamışsam da ne hissettiğimi hiç hatırlamadım...
Bu yüzdendir ki; kim bilir hangi duygu yokluklarıyla büyüttüm çocuklarımı...
Yeni görev yerimiz İstanbul'a gelmiştik eşimle, büyük oğlumu anneannesine bırakarak...
Evimizi oturmaya hazırlayıp da bir hafta sonra köye döndüğümde onu almak için, boynuma öyle bir sarılmıştı ki incecik bileklerinin izlerini hissederim hala...
Ya da küçük oğlumun göğsüme yasladığı başını okşarken, yüzüme baktığında gözlerinde gördüğüm güveni, huzuru ve mutluluğu, beni annemim göğsüne bastırıp sardığı ve dizine koyduğumda başımı okşadığı zamanlarda aldığım hazza benzetirdim hep.
İşte böyle!.. Her ne kadar ben hissetmemiş olsam da hissedenlerin duygularıyla... Bugün ben de Babalar Günü'nü kutlayacağım...
Babasız büyüyen babaların, babalarıyla yaşlanan babaların ve tüm babaların Babalar Günü'nü yürekten kutluyorum...
YORUMLAR