Söze başlamadan önce iki konuya açıklık getirmeliyim. Lütfen açıklamalarımı“öğretmenlik mesleğine” verdiğim önemdoğrultusunda değerlendiriniz.
1-Bugün Milli eğitim bakanı olarak görev yapan Yusuf Tekin, milli eğitimimizin içine düşürüldüğü durumun baş sorumlularından biridir. Anadolu Öğretmen Liselerinin kapatıldığı dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nda müsteşardır.
2-Bugünkü iktidar, mülakat sistemini yalnız ve kesinlikle kendi bağlılarını görevlendirmek maksadıyla kullanmıştır, kullanmaya da devam edecektir. Çünkü bir devlet kurumuna memur atanma, ancak iktidar partisinin teşkilatlarının onayı ile gerçekleşmektedir.
Bu gerçekler doğrultusunda, şimdi başlıktaki ana konumuza geri dönelim.
Sözlük anlamı; “bilmediği şeyi bildirmek, ders vererek veya uygulama yaptırarak bir ilim ve sanat kazandırmak, terbiyesini vermek yol göstermek” olan "öğretmek" mastarından türemiş öğretmen; “bir ilim veya sanat dalında öğretmeyi kendine meslek edinmiş kimse” diye tanımlanır.
1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda, yasal anlamdaise öğretmenlik, “devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği" olarak tanımlanır.
Hem anlam hem de yasal bakımdan öğretmenler, yol gösteren, bilgi kazandıran, terbiye eden özel bir ihtisas mesleği olarak tanımlandığına göre, o zaman yetiştirilmeleri de seçimleri de özel programlar doğrultusunda gerçekleştirilmelidir.
Peki, bizde böyle midir?
Maalesef hayır! Toplumsal mutabakat sağlanmadan, siyasal görüşlerin egemen olduğu ve kısa aralıklarla değiştirilen eğitime yönelik yasalar, ülkemizde ciddi sorunlara neden olmuş, olmaya da devam etmektedir.
Bütün bu uygulamalara, bir de mevcut iktidarın siyasi hesapları yüzünden, öğretmenlik mesleğini değersizleştirmesi, gözden düşürmesi de eklenince geldiğimiz durum ortadadır.
Gerçi, bütün kabahati yalnızca mevcut iktidara yüklemek haksızlık olur. Daha önceki yönetimlerin karneleri de pek temiz sayılmaz.
Tam teşekküllü devlet hastanelerinden “beden ve ruh sağlığı öğretmenlik yapmaya uygundur,” diye,heyet tarafından onaylı raporalınmadan girilemeyen, öğretmen okullarını kapatmakla,
Üç aylık bir eğitimle belli ideoloji sahiplerini öğretmen olarak atamakla,
Öğretmen yetiştiren kurumlarda uygulama (staj) programlarını azaltmakla,
Öğretmenleri, kendi maaşıyla geçinemediği için ek iş yapmaya zorlamakla, daha önceki yönetimler de bu kötülüğü ülkemiz insanına zaten birkaç kez yapmıştır.
Bakınız, “Gençlik Psikolojisi” adlı kitabında, Dr. Artur T. Jersild, dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli milletler ve çeşitli kültürler üzerinde yapılmış araştırmalardan çıkarılan ortak sonuca göre; “iyi bir öğretmende bulunması gereken özellikleri” nasıl sıralamış.
Kibar, merhametli, sempati gösteren ve öğrenciyi seven,
Tarafsız, hak gözeten, haksızlık yapmayan, adil,
Bilgili, bildiğini satan, konuları açıklayabilen,
Öğrencilerin fikirlerini açıklamalarına müsaade eden, sabırlı demokrat,
Öğrencilerin faaliyetlerine katılabilen, katılımcı,
Fizik görünüşü iyi, iyi giyinen, ses tonu güzel olan ve güzel konuşabilen, düzenli...
Yazarın, iyi bir öğretmende bulunması gereken özellikleri sıralamasından sonra şimdi sormamız gereken soru şudur:
“Sayıları bir milyon iki yüz binin üzerindeki öğretmenlerimizden kaç kişi bu özellikleri kendinde barındırmaktadır ya da eğitim fakülteleri öğrenci alırken bu özellikler doğrultusunda ne tür bir eleme yapmaktadır?
Peki, öyleyse ne yapılmalıdır?
İlk ve en önemli adım öğretmen yetiştirme sistemini değiştirmektir.
İkinci adım ise ülkemizdeki öğretmenlerin, yukarıdaki ölçülere göre, siyasi hesaplardan uzak bir şekilde,yeni gelişmelere göre,hizmet içinde eğitilmesidir. Ancak mesleki eğitim adı altında bugün uygulanan maskaralık gibi değil.
Ortadaki gerçek sudur. Ülkemizde öğretmenlik mesleğini seçenler, genellikle dar ve orta gelir düzeyindeki ailelerden gelmektedir.
Öğretmen olarak atananlar, uygulamaya yönelik dersler yeterli olmadığından öğretmenliği göreve başladıktan sonra, okullarda yaparak - yaşayarak öğrenmektedir.
Öğretmen yetiştiren kurumların Fakülte düzeyine çıkarılması olumlu bir başlangıç olmakla birlikte, eğitim fakültelerine öğrenci yetiştirme görevi yürüten öğretmen liselerinin kapatılması çok büyük yanlış ve aynı zamanda, öğretmenlik mesleğinin alt yapısının ortadan kaldırıldığı bir yıkımdır.
Öğretmen okullarına kesin kayıt yaptırabilmek için tam teşekküllü hastanelerden “fiziksel ve ruhsal yönden öğretmenlik yapmaya elverişlidir” raporu istenirken, eğitim fakültelerine girişte böyle bir şart bulunmamaktadır. Mesela öfke kontrolü olmayan, konuşma bozukluğu olan eğitim fakültesinden yüksek puanla mezun olmuş bir aday, öğretmen olarak atanabilmektedir.
Sürekli kendini yenilemek, eğitim bilimlerindeki gelişmeleri izlemek, bilim ve tekniğin değişikliklerinden ve sağladığı imkânlardan yararlanmak zorunda olan öğretmen, günlük bir gazete almanın, haftalık ya da aylık bir dergiye abone olmanın bütçesine getireceği yükün hesapları altında ezilmektedir.
1739 Sayılı Yasamız, öğretmenliği, “devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği" diye tanımlarken eğitim yönetiminin de öğretmenlerden oluşacağına açıklık getirmiştir. Atama yönetmelikleriyle de yönetim görevlerine atama şartları belirlenmiştir.
Ancak yönetim kademelerine yapılan atamalar, mülakat yoluyla, siyasal örgütlerin isteği doğrultusunda gerçekleştiği için öğretmenlerin elde edeceği başarıların; atama, yükselme ve nakillerde ölçü olmadığı düşüncesi, çalışma şevkini kırmakta, iş barışını bozmaktadır.
Eğer gerekli tedbirler alınmaz, öğretmen toplumdaki layık olduğu yere getirilmezse, öğretmen; maaşını almak için devlet okulunda görev saatlerini dolduran ve evlerde özel ders veren ya da farklı kazançlar elde etmek amacıyla bir an önce ikinci işinin başına dönmek için okulda zaman doldurmaya çalışan biri olacaktır.
Çözüm mü? Aklın yolu bir.
Eğitim fakültelerinde uygulamaya (staj) yönelik dersler yeterli değildir. Öğretmenlerin daha donanımlı yetişmeleri için öğretmen liseleri yeniden açılmalıdır. Öğretmen liselerinden mezun olan öğrencilerin, mezun olduklarında ilgi alanları değişmiş olabilir. İlgi alanları “öğretmenlik” olanların eğitim fakültelerine devam etmesi sağlanmalıdır. Gerekirse eğitim fakültelerine doğrudan geçiş hakkı sağlanmalıdır.
Farklı fikirleri duymaktan korkmamalıdır. Her kesimin itibar edeceği herkesin kabul edebileceği eğitimci, sosyolog, psikolog, pedagog, eğitim dünyasında kabul görmüş sözü dinlenenaraştırmacı, bilim adamı, sahada pratik uygulamaların içinden gelen uzmanlardan oluşan, bütün fikirleri temsil eden bir şura toplanmalıdır. Hatta bu şuraya,çoğunluk oluşturmayacak şekilde, ülkede belli bir kitleyi temsil eden siyasiler bile davet edilmelidir.Süre sınırı koymadanşuranın, mutabakatla bir metot hazırlaması sağlanmalıdır.
Öğretmen alımları sırasında yapılacak mülakatagelecek olursak.
Bugünkü şartlarda olması gereken şudur. Okula kayıtları yapılırken özel bir değerlendirilmeden geçmedikleri için eğitim fakültelerini bitiren ve öğretmen olarak mezun olan binlerce kişi arasında, ister istemez öğretmenlik mesleği için uygun olmayanlar da bulunacaktır. Atanacak öğretmenlerin, adam kayırma gerçeğinin en düşük düzeye indirilebileceği, uzman bir komisyon tarafından değerlendirilmeleridoğru bir yaklaşımdır.
Gerçekler ise çoğul değil, hüküm değerinde ve iki cümledir:
1-Üzülerek belirtmeliyim ki maalesef, ülke genelinde,eğitim yönetimi kadrolarında görev yapan, yukarıda sıraladığım, “bir öğretmende bulunması aranan özellikleri” değerlendirebilecek nitelikte donanıma sahip yönetici, yeterli sayıda değildir.
2- Komisyon üyeleri yeterli sayıya ulaşsa bile mülakatlar asla tarafsız olmayacaktır.”
Olması gereken,öğretmen yetiştiren kurumların düzene girmesine kadar,alanlarında uzman ve tarafsız kişilerden oluşan bir komisyonla ve mülakatların kamera kontrolü altında yapılmasıyla, bu sürecin mülakatla yürütülmesidir.
Ancak mevcut yönetimin, böyle bir tarafsızlığı gerçekleştiremeyeceğineolan inancımdan atamaların puan sıralamasına göre yapılması en azından adil olacaktır.
YORUMLAR