SANA BEN HAYALLER DÜŞLER BÜYÜTTÜM… (11)
"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Bilindiği üzere 1999 seçimlerinde, yüzde 18 gibi tarihindeki en yüksek oy oranıyla bir seçim zaferi kazanan MHP, iktidarın büyük ortağı olmuştur. MHP’nin, Türkiye’nin ikinci büyük partisi olarak ülke yönetiminde söz sahibi olmasını, düşüncelerini hayata geçirebilmek için yakalanmış bir fırsat olarak değerlendiren Türk Milliyetçilerini ve ülkücüleri umutlandırmıştır.
Ancak nedenleri başka bir tartışma konusu olacak kadar geniş olsa da Mayıs 1999 - Kasım 2002 tarihleri arasındaki üç buçuk yıllık iktidar ortaklığı deneyiminin, MHP’nin düşündüklerini ve savunduklarını uygulaması açısından pek de başarılı geçmediği, başta MHP’liler olmak üzere herkesin kabul ettiği bir gerçektir.
Türk Milliyetçilerinin ve onun siyasal organizasyonu olarak kabul edilen MHP’nin; gelişmeci, sosyal adaletçi, paylaşımcı ideolojik fikirlerinin yanında, “milliyetçilik, demokrasi, devletin işleyişi, Avrupa Birliği, Apo’nun idamı, tahkim yasası …” gibi konularda da seçmenle paylaştığı parti programlarına uygun ve özgün davranışlar geliştirememiş olması (Birkaç MHP’li bakanın bireysel çabaları dışında), bu partiye olan güveni zayıflatır. Öyle ki iktidar ortaklığı ardından gelen erken seçim, MHP’nin 10 puanlık bir düşüşle baraj altında kalmasına neden olur.
MHP’nin mecliste olmadığı bu dönemde, kendilerini “çıraklık dönemimiz” diye tanımlayan AKP iktidardır. Her ne kadar “Milli görüş gömleğimizi çıkardık,” deseler de toplumun büyük bir kesimi tarafından uygulamalarının söylemleriyle uyumlu olup olmadığı izlenmektedir. Ekonomik konularda önceki hükümetin aldığı kararları özenle uygulamaktadırlar. Ekonomik kararları uygularken arada bir milli görüş döneminden kalma fikirlerini dillendirerek toplumun tepkisini ölçmekte, ancak aşırıya gitmemektedirler. Dillendirdikleri fikirlerini toplumdan gelen tepkilerle karşılaşınca ertelemektedirler. Çünkü 28 Şubat süreci henüz canlılığını korumaktadır. Yargının partiyi kapatma ve ordunun darbe yapma ihtimali devam etmektedir. Onların da dediği gibi, “hükümet olduk ama iktidar olamadık,” fikri hala egemendir. Ancak bu sefer erteleyemeyecekleri bir siyasi gelişme kapıya dayanmıştır. Karşılarında yol ayrımına geldikleri yeni ve ciddi bir durum vardır ve karar vermek aşamasındadırlar.
Görev süresi dolan Türkiye’nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yerine 11. Cumhurbaşkanı seçilecektir. AKP’nin oyları kendi içinden bir adayın seçilmesi için yeterli değildir. Uzlaşmaya yanaşmazlar, mağdur edildiklerini ileri sürerek TBMM seçimlerinin yenilenmesini isterler. Meclis çoğunluklarını kullanarak TBMM Genel Kurulunda 3 Mayıs 2007 tarihinde milletvekilliği seçimlerinin 22 Temmuz 2007 günü yapılmasını karara bağlarlar.
“22 Temmuz 2007 seçimleri pek çok yönüyle Türk siyasetinin en önemli seçimlerinden biri olmuştur. TBMM’nin özgürce Cumhurbaşkanını seçmesinin önüne engellerin çıkarıldığı bir sürecin hemen ardından yapılan 22 Temmuz seçimleri, pek çok parti ve siyasi aktör için aynı zamanda bir demokrasi sınavı olmuştur. Hakkını vererek belirtmek gerekir ki; 3 Kasım 2002 seçimlerinden, 2007 genel seçimlerine kadar geçen süreçte MHP, inişli çıkışlı bir seyir takip etse de bu sınavdan alnının akıyla çıkmıştır. Her fırsatta, demokrasiye müdahale etme çabasında olan güçleri uyarmış ve TBMM’nin milli iradenin merkezi olduğunu hatırlatmıştır. Nitekim MHP’nin bu tutumu seçmen tarafından ödüllendirilmiş ve oyu yüzde 8,4’ten yüzde 14,3’e yükselmiştir,”(KOCABIYIK, Hüseyin).
Barajı aşarak Meclis'e giren MHP'nin lideri Bahçeli seçimden kısa süre sonra yaptığı açıklamada, "Eğer konu Anayasa Mahkemesi'nin son kararına göre 367 sayısı açısından değerlendiriliyorsa MHP cumhurbaşkanlığı seçiminde orada olacaktır" der. MHP'nin Meclis Genel Kurul'daki oylamaya katılması, Abdullah Gül'e o zaman Cumhurbaşkanlığı'nı temsil eden Çankaya Köşkü'nün yolunu açar. Gül, 28 Ağustos 2007'de 11. Cumhurbaşkanı seçilir.
“22 Temmuz seçimlerinden sonra yaşanan gelişmeler karşısında MHP demokratik tutum içerisinde yapıcı bir rol oynamaya devam etmiştir. Kabul etmek gerekir ki MHP’nin 367 hukuk skandalının yarattığı sonuçları ortadan kaldıran girişimi olmasaydı, TBMM ülkenin Cumhurbaşkanını seçemeyecekti. Bu çerçevede, Cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP’nin sorun çözücü tavrı, Türkiye’yi ve demokratik hayatımızı çok büyük bir kaostan kurtarmıştır.” (KOCABIYIK, Hüseyin).
Yazarın kendi bakış açısından objektif gibi görünen ve “Cumhurbaşkanlığı seçimindeki 367 hukuk skandalı” diye tanımladığı “MHP’nin 367 hukuk skandalının yarattığı sonuçları ortadan kaldıran girişimi olmasaydı, TBMM ülkenin Cumhurbaşkanını seçemeyecekti,” ifadelerine, yazı dizimizde zaman zaman başvurduğumuz “yerine oturmayan taşlar” mantığı ile bir açıklama yapmadan bu konuyu geçmeyelim.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde her ne kadar bir tıkaç gibi gösterilse de; “367 çoğunluğu” Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmesi açısından toplumun bütün kesimlerinin onayını alması maksadıyla, meclisi uzlaşmaya zorlayan bir tedbir olarak da düşünülmelidir.
Bu mantıkla bakıldığı zaman AKP, içinde bütün meclisin onayı ile seçilebilecek birçok aday varken, uzlaşmaz tavırlarıyla istediği ve direttiği kişiyi seçtirmek için genel seçim istemiştir. Bu seçeneği ise mecliste tek başına Cumhurbaşkanını seçecek milletvekili çoğunluğunu yakalarım düşüncesiyle tercih etmiştir. Ancak oy oranını artırmasına rağmen, 341 milletvekili çıkarabilen AKP, Cumhurbaşkanını seçebilmek için diğer partilerle işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Daha bu görüşmeler başlamadan, Bahçeli, AKP’nin seçilmesi için direttiği kişi olan Abdullah Gül'e 2007’de Cumhurbaşkanlığının yolunu açmıştır.
Bu olayın arkasındaki derin(!) sebebi bilemiyoruz. Ancak Erdoğan’ın ülke yönetiminde, diğer siyasiler ya da sivil toplum kuruluşlarıyla mecburen işbirliğine gitmek zorunda kaldığı ilk deneyimde, Bahçeli’nin verdiği destek, bir sonraki dönemde Erdoğan’ın, “Bu konuyu kökünden çözelim, Cumhurbaşkanını halk seçsin,” demesinin yolunu açmıştır.
Devam edecek…
YORUMLAR