"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
2011 genel seçimlerinden sonra Türkiye gündemi hiç olmadığı kadar yoğundur. Cumhurbaşkanlığı seçiminden başka, Çözüm süreci, Gezi Parkı olayları ve Ergenekon davası, gündeme damgasını vurur.
Oluş sırasına göre bu gelişmeleri ve bu süreç içinde MHP ve Bahçeli’nin gelişmeler karşısında tutumunu kısaca gözden geçirelim.
Öncelikle Bahçeli’nin seçim meydanlarında söylediği birkaç cümleyle başlayalım.
Seçim meydanlarında hitap ettiği kitle: “Vur de vuralım, öl de ölelim!” diye tezahürat yaparken, Bahçeli: “Merak Etmeyin onun da zamanı var!” diyerek kitleyi yatıştırır. Bir yandan meydanlardaki kitleyi yatıştırırken, diğer yandan da başka mercilere şu mesajı yollar. “Vur dediğimde vuracak, öl dediğimde ölecek bir kitleyi kontrol ediyorum.” Ve hatırlatır, “Sokaktan geldiğimiz gerçeği yabana atmamalı.”
Aynı Bahçeli, “Sokaklar belirsizdir, sokaklar tehlikelidir, sokaklar karanlıktır ve sokaklar her şeye açıktır,” sözüyle de kontrol altında tuttuğu kitleyi uyarır. Benzer bir ifade olan, “Dibini görmediğimiz kuyuya girmeyiz,” sözüyle de temkinli hareket etmeleri gerektiğini vurgular.
İlk alıntılar Bahçeli’nin çözüm sürecinde, son alıntılar ise Gezi eylemleri süreci sırasında söylediği sözlerdir.
Unutmuş olanlarımız için şimdi yukarıda sıraladığımız bu süreçleri ana hatlarıyla hatırlayıp Bahçeli ve MHP’nin bu süreçlerdeki tavrına bakalım.
Açılım süreci, demokratik açılım veya Kürt açılımı, adıyla tanımlanan en genel anlamıyla çözüm süreci, PKK ile devlet arasındaki çatışmaları sonlandırmaya yönelik bir süreçtir. Bu amaçla İmralı Adası'nda çeşitli görüşmeler yapılır.
Bu süreçte, 4 Şubat 2013’de hükûmet ikinci BDP heyetinin İmralı'ya gidip Öcalan ile görüşeceğini duyurur. 15 Şubat 2013’de Erdoğan, MİT ile Öcalan arasındaki görüşmelerin "İmralı Süreci" yerine "Çözüm Süreci" olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını açıklar.
Çözüm Süreci’nin vatandaşlara anlatılması maksadıyla “Akil İnsanlar Heyeti,” adı altında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından 4 Nisan 2013 tarihinde, aralarında Yılmaz Erdoğan, Orhan Gencebay, Abdurrahman Dilipak gibi toplumun çeşitli kesimlerinden 63 üyeden meydana gelen bir grup oluşturulur.
“Akil İnsanlar” adıyla oluşturulan sürecin koordinatörlerinden Beşir Atalay, çözüm sürecinin Recep Tayyip Erdoğan'ın 2005'teki Diyarbakır konuşmasıyla işareti verilen mücadele yöntemi değişikliğinin ve 2009'da başlatılan Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi ve demokratik açılımın devamı niteliğinde olduğunu belirtir.
11 Temmuz'da TBMM'den Cumhurbaşkanı onayına gönderilen çözüm süreci ile ilgili kanun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun" adıyla, 16 Temmuz 2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlanarak yasalaşır.
Çözüm Süreci bu şekilde yürütülürken sürece şiddetle karşı çıkan BAHÇELİ, 21 Ekim 2014 tarihinde TBMM Grup Toplantısında şunları söyler:
“AKP Hükümeti, Türkiye’yi süreç çukuruna, PKK ve İmralı canisiyle pazarlık girdabına hiç sıkılmadan, hiç gocunmadan, hiç mi hiç rahatsızlık duymadan savurmuştur.
AKP-PKK ağız ağıza vermiş; yanlarına bölücülüğün HDP mangasını, akıl çivisi çıkmış 63 boş adam ve gafili alarak Türkiye’yi ameliyat masasına yatırmışlardır.”
Bahçeli’nin bu açıklamasından yaklaşık dört ay sonra 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe'deki dönemin başbakanlık ofisinde, HDP ve hükümet yetkilileri arasında bir açıklama yapılır. Bu süreç yürütülürken Barış ve Demokrasi Partili milletvekilleri Haziran 2014'te Hakların Demokratik Partisi’ne (HDP) katılmıştır. HDP heyeti ile hükümet yetkilileri birlikte yaptıkları açıklamada, 10 maddelik anlaşmayı paylaşırlar. Öcalan'ın PKK'yi bahar aylarında silah bırakmaları için kongreye davet ettiği bildirilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Uzun zamandır beklediğimiz bir açıklama, umarım olumlu sonuçlanır,” ifadelerini kullanırken, Demirtaş ise, “hükümet yürüttüğü politikayla, zerre kadar umut vermiyor, barışa yaklaşmıyor…” diye konuşur. Bu iki farklı ifade, daha en başında hükümet yetkilileri ile HDP arasında tam bir uyum olmadığı gerçeğini ortaya çıkarır.
Açıklama HDP’yi olduğu gibi PKK’yı da tatmin etmez.
Bölücü örgüt adına konuşan isimler, sürecin karara bağlanabilmesini, Öcalan’ın serbest bırakılması şartına bağlarlar.
28 Şubat 2015 tarihinde Mustafa Karasu, “hükümet eğer ciddi ise bizi Öcalan ile görüştürsün,” şeklinde bir açıklama yapar.
11 Mart 2015, Cemil Bayık ve Bese Hozat, “PKK silah bırakacak açıklamaları, AKP’nin seçim propagandasıdır,” derler.
Bayık ve Hozat, “Silahların bırakılmasının ancak Öcalan’ın bizzat katılacağı bir kongrede karara bağlanabileceğini, yani Öcalan serbest kalmadan bu tür bir karar açıklanamayacağını,” ifade ederler.
12 Mart 2015’te Sabri Ok, “28 Şubat Dolmabahçe açıklaması ardından, “Anlaşma, barış olmuş veya çözüm için yeni bir adım atılmış değil. PKK, silah bırakıyor açıklamaları dogmatik bir kesimin görüşleridir,” şeklinde açıklama yapar.
PKK üst düzey yöneticileri, yurt dışında bu açıklamaları yaparken, yurt içinde de beklenmedik bir açıklama Selahattin Demirtaş’tan gelir. Dolmabahçe Ofisi’nde çözüm süreciyle ilgili olarak yapılan açıklamadan 17 gün sonra, 17 Mart 2015 günü HDP Grup toplantısında Selahattin Demirtaş, “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe sen Başkan olmayacaksın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız.” sözlerini söyler.
PKK’ ve HDP’nin çözümsüzlüğü dayatan açıklamalarından sonra ülke genelinde yükselen tepkiler üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22 Mart 2015’te yeni bir açıklama yapar:
"Açıklanan 10 maddelik metinde bir demokrasi çağrısı yok. Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim? Ben oradaki (Dolmabahçe) toplantıyı da doğru bulmuyorum. Hükümetin başbakan yardımcısıyla şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana o resim vermesini ben şahsen doğru bulmuyorum. Daha önceleri gerektiğinde bir arkadaşımız onlarla görüşmeler yapar ve açıklama yapılırdı. Ama o toplantıda olduğu gibi medyanın karşısına çıkmak suretiyle iki ayrı metin deklare edilmiyordu. Böyle bir şey hiç yaşanmamıştır."
Erdoğan’ın 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe mutabakatından çözüm sürecini desteklemediğini ilan etmesiyle başlayan gerilim, HDP’nin 7 Haziran seçimleri için yürüttüğü kampanya ile yeniden tırmanır. Seçimlerden iki gün önce Diyarbakır’daki HDP mitingine bir bombalı saldırı düzenlenir. IŞİD’in üstlendiği saldırıda 5 kişi hayatını kaybeder, 400’den fazla kişi de yaralanır.
7 Haziran 2015 de yapılan seçimlerde vatandaş faturayı AKP’ne keser. İktidara geldiği 2002 seçimlerinden sonra AKP, ilk kez parlamentodaki tek başına iktidar çoğunluğunu kaybeder.
Seçim öncesinde başlayan yüksek tansiyon 20 Temmuz Suruç katliamı ile iyice tırmanır. Bu katliamı izleyen 22 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde evlerinde öldürülen iki polis ile çatışma dönemi yeniden başlar.
Süreç, 7 Haziran 2015 seçimleriyle rafa kaldırılır.
Devem edecek…
YORUMLAR