"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa’nın 104. ve 116. maddelerinin kendisine verdiği yetkiye dayanarak, TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verip 1 Kasım 2015 için erken seçim kararı alındıktan sonra seçim hükümeti kurulur.
Seçimleri yenileme kararı veren Erdoğan, 17 Temmuz’da yaptığı bir açıklama ile önce, AKP ve HDP’lilerin katılımıyla açıklanan 10 maddelik “Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını açıklar. Artık çözüm süreci buzdolabına kaldırılmıştır.
Erdoğan’ın bu açıklamanın ardından Güneydoğu Anadolu’da çatışmalar, sokağa çıkma yasakları, bombalı saldırılar başlar.
22 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memuru yaşadıkları evde başlarından vurularak öldürülmüş halde bulunur. Cinayetleri, önce kendilerine bağlı ‘Apocu Fedailer’ adlı bir grubun işlediğini açıklayan PKK, daha sonra olayla ilgisinin olmadığını ilan eder. Bu cinayetler çözüm sürecini bitiren cinayetler olarak da tarihe geçer.
23 Temmuz’da Davutoğlu imzasıyla PKK ve IŞİD’e yönelik operasyonlar başlatılır. Kuzey Irak’a savaş uçaklarıyla bombardımanlar düzenlenir.
26 Temmuz’da PKK, “ateşkes fiilen sona ermiştir” diye açıklama yayımlar. PKK saldırılara yeniden başlar. Çatışma sırasında bir binbaşı şehit olur.
29 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan, çözüm sürecinin sona erdiğini açıklar.
4 Ağustos’ta dönemin HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ”PKK silah bırakmalı, hükümet operasyonlara son vermeli” diye beyanat verir. Çağrılar karşılık bulmayınca, HDP, PKK’yla ‘arasına mesafe koymamakla’ suçlanır.
10 Ağustos: Şırnak Halk Meclisi, ‘öz yönetim’ ilan eder.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 11 Ağustos'ta "Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti'nin dışında bir devlet asla kabul edilemez. Bu açıklamayı kimler yapıyorsa ağır bir bedel öderler. Hem yasal bir bedel öderler hem diğer tür bir bedel öderler" diyerek sert tepki gösterir.
Çözüm sürecinin sona ermesinin ardından Türkiye, "canlı bombaların intihar saldırıları”na sahne olur. Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerde yaşanan ve yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği IŞİD ve PKK saldırıları ülkede büyük bir kaos ortamı yaratır.
12 Ağustos’ta çatışmaların şehir merkezlerine taşındığı sürecin ilk adımları atılır. KCK ”Demokratik özerklik ilan ettik’ diye açıklama yayımlar. Şırnak’tan sonra, Silopi, Cizre ve Nusaybin'de de "özyönetim" ilan edildiğini duyurur ve bunu diğer bazı il ve ilçeler izler.
Ülkeyi etkisi altına alan bu kaos sürerken Türkiye 1 Kasım 2015’te tekrar sandık başına gider.
1 Kasım 2015’te yenilenen seçimlerde AKP, yüzde 49,5 oyla 317 milletvekili, CHP, yüzde 25,3 oyla 134 milletvekili, MHP, yüzde 11,9’oyla 40 milletvekili çıkarır. HDP ise yüzde 10,7 oyla seçim barajını kıl payı aşmasına rağmen 59 milletvekili çıkarır.
Siyası analistler, 7 Haziran 2015 seçimleri ile 01 Kasım 2015 seçimleri arasındaki yaklaşık dört aylık dönemde CHP, MHP ve HDP’nin süreci yönetmekte yetersiz kaldıkları, vatandaşın AKP’yi yeniden iktidara taşımakla koalisyon tercih etmediği şeklinde yorumlar…
Buraya kadar görünen yüzünü anlattığımız baş döndüren bu olaylara ara verip derin bir nefes alarak, bir müddet arkamıza yaslanalım şimdi. Bu yazı dizisinde ihtiyaç duydukça kullandığımız, “taşların yerine oturması” yöntemimizi yeniden devreye sokarak, biraz da zihinlerin arkasını anlamaya çalışalım. Farklı görüşlere de saygı duyarak, biz yalnızca kendi kanaatimizi bildirelim.
7 Haziran 2015 Genel seçimleri ile 1 Kasım 2015 genel seçimleri arasındaki süreci yönlendiren iki önemli aktör vardır. Erdoğan ve Bahçeli…
Erdoğan’ın koalisyon hükümetlerinin kurulmasından yana olmadığı ortadadır. Ancak bizim konumuz Erdoğan olmadığı için, biz MHP ve Bahçeli üzerinde yoğunlaşalım. Komplo teorilerini daha sonraya bırakarak önce biraz empati yapalım.
Seçim sonuçlarının netleşmesiyle birlikte gerek sosyal medyaya gerekse televizyonlarda yapılan yorumlara hâkim olan psikoloji analiz edilmeden, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran gecesi yapmış olduğu açıklamanın tam olarak anlaşılması mümkün değildir.
Ortadaki gerçek şudur:
AKP iktidarından rahatsızlık duyan önemli bir kesim, iktidarın değişmesi ve 13 yıldır keyfi uygulamalarından mustarip oldukları AKP iktidarının hükümet kuracak çoğunluğu kaybetmiş olmasından dolayı büyük bir sevinç yaşamaktadır. Bu kesim için, 13 yıldır muhalefette kalan diğer partilerin birlikte kuracağı hükümetle, iktidarın sorgulanacağı umudu doğmuştur. Seçimler sonrasında oluşan bu umut, aşırı bir sevinç hâli ortaya çıkarır.
Aynı kesimin sözcüleri tarafından televizyonlarda, daha seçim sonuçları açıklanırken; MHP, CHP ve HDP’nin aldığı oyların toplanması suretiyle elde edilen %60’lık yekûn, sanki yekpare bir “blok”muş gibi takdim edilmeye başlanır. Bu blokun birlikte hükûmet kurması ve AKP’den hesap sorması, yine aynı kesim tarafından hemen dile getirilmeye başlanır.
Daha önce muhalefetteki iki parti, CHP ve MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak aday çıkarmış olması bu umutlarını artırmıştır. Ancak bu iki partinin Meclisteki milletvekili sayıları güvenoyu almaya yetmemektedir. Kurulacak hükümetin güvenoyu için HDP’ne ihtiyacı vardır.
Oysa HDP, bırakalım hükümet ortağı olmayı, MHP için aynı fotoğrafta görülmekten bile kaçınılan bir konumdadır. HDP PKK ile bağlarını kesmemiş, Üstelik AKP ile Çözüm sürecinin ortağı olmuştur. Bu süreçte CHP de MHP’nin şiddetle karşı çıktığı çözüm süreci konusunda netliğini belirleyememiş, süreçte AKP’ye daha yakın durmuştur.
Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran gecesi yaptığı değerlendirme konuşması, bu tür bir hükümet kurulması yönündeki yorumları ileri sürenlere cevap niteliğindedir.
Devlet Bahçeli öncelikle endişeye kapılan kesimlere; ülkenin bir kaosa gitmeyeceğini, bunun için AKP’nin önünde seçenekler bulunduğunu söylemiştir. İkinci olarak MHP ile HDP’yi yan yana anma gafletinde bulunanları daha sürecin başında ikaz etmiş, bunların siyaset mühendisliğine soyunmalarına engel olmuştur. Samimi olarak böyle bir koalisyonun mümkün olduğunu düşünenlere de MHP’nin duruşunu net bir şekilde hatırlatmıştır.
Söz konusu açıklamalar, üslup ve hitap şeklini eleştirsek de MHP’yi HDP ile aynı karenin içinde yer almaya zorlamak isteyeceklere önceden verilmiş bir cevap niteliğindedir ve doğru bir tavırdır.
Devlet Bahçeli, Türkiye’nin başta PKK sorunu olmak üzere birçok temel sorununda aynı bakış açısına ve zihniyete sahip olan AKP, CHP ve HDP’nin koalisyon yapmasının daha uygun olacağını dile getirmiş olması da bilinçlidir ve siyasi bir hamledir.
Bu açıklamasıyla, geride kalan yıllar içinde bu üç partinin, güneydoğudaki sorunu bir terör sorunu olarak tanımlamamış, çareyi de “çözüm süreci” adlı yıkım projesinde aramış olduklarını vurgulamıştır. Bilindiği üzere HDP çözüm süreci boyunca AKP ile yoğun bir iş birliği içine girmiş, CHP de çözüm sürecini dışarıdan desteklemiştir.
Devam edecek…
YORUMLAR