"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
15 Temmuz 2016'da yaşanan darbe girişimi sonrasında yapılan Yenikapı Mitingi’ne katılarak, iktidara koşulsuz desteğini açıklayan Devlet Bahçeli, 11 Ekim 2016 günü, Milliyetçi Hareket Partisi TBMM Grup Toplantısında, “Başkanlık Sistemi” ile ilgili çıkışıyla herkesi şaşırtır.
Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra gündeme getirdiği, Başkanlık Sistemi'ne şiddetle karşı olan Bahçeli, yaptığı "sürpriz" açıklamayla, AKP'ye, dolayısıyla Erdoğan'a, "başkanlık önerisini Meclis'e sunması" çağrısı yapar.
Bahçeli, "Fiili duruma hukuki boyut kazandırmak gerek" diyerek, başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini söyledikten sonraki süreç hızla ilerler.
Ocak 2017'de adına iki partinin "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" dediği, Türkiye tipi başkanlık sistemini içeren anaysa değişikliği TBMM'den geçer.
Meclisten geçen anayasa değişikliği 16 Nisan 2017'de halkoylamasına sunulur.
Bahçeli, MHP olarak anayasa referandumunda başkanlık sistemi oylamasında "Evet" oyu kullanacaklarını açıklar ve anayasa değişikliği yüzde 51,4 "Evet" oyuyla kabul edilir.
Şimdi burada biraz soluklanalım. Yeniden bir beyin fırtınası ile yaşadığımız ama mantığımızla bağdaşmayan bazı gelişmelerin, nedenlerini irdelemeye çalışalım.
Ne olmuş olabilir de Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra gündeme getirdiği Başkanlık Sistemi'ne şiddetle karşı olan Bahçeli, 15 Temmuz'dan sonra bu konudaki tutumunu değiştirir.
Diyebilirsiniz ki Bahçeli, ülkemizin bir beka sorunu ile karşı karşıya kaldığını görmüş, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin” içeriği ile ilgili çekincelerini saklı tutarak, tehlikeyi ortadan kaldırmak için hızlı karar alınıp uygulansın diye, her Türk Milliyetçisinin hiç tereddüt etmeden ve karşılık beklemeden yapması gerekeni yapmıştır.
Çünkü “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” sözünün gerçek manada vücut bulduğu “ülkücü tavır” bunu gerektirmektedir.
Elbette bu da bir yaklaşım. Ancak biz öyle yapmayacağız. Yine yerine oturmayan taşları hareket ettirip yerine oturması için sebep sonuç ilişkisi kurarak konuyu irdeleyeceğiz.
Dilerseniz öncelikle, hakkında iki farklı iddia ileri sürülen Bahçeli’yi bizim muhakeme yeteneğimizin ölçüleri içerisinde değerlendirmeye çalışalım.
Derin Devlet Bahçeli (Derin devletin ya da yapının MHP liderliğine taşıdığı Bahçeli):
Bu iddiayı ortaya atan bir televizyon programında Namık Kemal Zeybek oldu. İddiaya göre, Türkeş, Ramiz Ongun’a, “Bahçeli MİT ajanıdır” demiş, Ramiz Ongun da ona söylemiş, o da bir televizyon programında bu duyumu açıklamış. Gerek iddianın tutarsızlığı, gerekse bilgi ve belge eksikliği yüzünden biz bu iddiaya pek değer vermiyoruz.
Velev ki bir an olsun bu iddianın doğru olduğunu kabullenmemiz halinde bile, burada sorgulanacak olan Devlet Bahçeli’nin şahsı olmaktan çıkar. Sorgulanması gereken Bahçeli’yi 27 sene MHP’nin Genel Başkanlık koltuğunda tutan, MHP’nin siyasal yapısı, teşkilat mensupları ve seçmen kitlesi olur.
Bu durumda ya MHP teşkilat yapısı ve seçmen kitlesiyle derin(!) bir yapının denetiminde kalmayı kabullenmiştir ya da kendi siyasal örgütlenmesini ne tür derin(!) bir yapının yönlendirdiğini çözümleyebilecek muhakeme yeteneğinden uzaktır.
Şahsen ben, derin ve karanlık dehlizlerde dolaşmayı pek sevmediğimden bu konu üzerinde görüş bildirmekten uzak duruyorum.
Bilge Lider Devlet Bahçeli (Türk Milliyetçiliğinin siyasal organizasyonu olarak kabul edilen MHP’nin, Türkeş’ten sonraki, muhakeme yeteneği yüksek ileri görüşlü aklı ön planda tutan, siyasal manevralar bakımından yetenekleri güçlü lideri):
Bu iddianın tahliline geçmeden önce, MHP’nde Bahçeli ile birlikte önemli görevlerde bulunan, bugünlerde MHP dışında olan birkaç kişinin, Bahçeli ile ilgili sözlerini paylaşalım.
Nazif Okumuş, “MHP Lideri Bahçeli’nin, iktidar ortağı olarak partisinden uzaklaşan kitleyi yeniden partiye çekme gibi bir planın içinde olduğunu düşünüyorum,” sözleriyle seçmenini partide tutmak istediğini ileri sürer.
Tuğrul Türkeş, “Sayın Bahçeli çok deneyimli ve kurt bir siyasetçidir. Şüphesiz ki bir stratejisi vardır. Bu stratejisindeki öncelik de kendi partisinin başarısı olmalıdır ve öyledir de. Retorikte ‘Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben' dense dahi ben pratik uygulamalarda parti menfaatinin öncelikli olarak gözetildiğini bilen birisi olarak söylüyorum.” şeklindeki sözleriyle Bahçeli’nin, partisinin çıkarlarını düşündüğünü söyler.
Meral Akşener, “Çok iyi de bir stratejik akla sahiptir. İyi bir satranç oyuncusudur, hep 5 hamle sonrasını görür.” sözleriyle, Bahçeli’nin gelecekle ilgili planların kurgulanmasındaki ustalığını anlatır.
Bahçeli ile ilgili farklı siyasal gelenekten gelenlerin de değişik iddiaların olduğunu belirterek bu konuyu kapatalım.
Bu arada biz de sistem değişikliği sürecinde netleşen iki kanaatimizi bildirelim.
Bunlardan biri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yasalaşmasının mimarı Sayın Devlet Bahçeli’nin olduğudur. Onun için sevabı da günahı da onun hanesine yazılmalıdır.
Bir diğeri ise başkanlık sisteminin halk oylamasında, her türlü baskıya ve suçlamalara rağmen, ilk defa Milliyetçi Hareket Partisi tabanının, büyük bir oranda genel merkezin aldığı “evet” oyu kullanma kararının aksine, “hayır” oyu kullanmasıdır.
Yani ilk defa MHP seçmeninin yarısına yakını, yeni sistemle ilgili Bahçeli’nin gerekçelerini yeterli görmemiş ve MHP, daha doğrusu Bahçeli aleyhinde oy kullanmıştır. Bu “ülkücü tavır” da Türkiye’de siyasal partiler artık tek kişinin direktifleriyle yönetilemeyeceği düşüncesinin yolunu açmıştır ki Türk demokrasisi açısından önemli bir kazanımdır.
Bu açıklamaları da zihnimizin bir kenarında tutarak, şimdi detaylı tahlilimize geçelim.
Devam edecek…
YORUMLAR