"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Sistem değişikliği ile ilgili son sözlerimizi söylemeden önce, daha sonraki gelişmelerin seyrini etkileyeceği düşünerek, burada konumuzdan fazla uzaklaşmadan, yine arada bir başvurduğumuz küçük bir bilgi paylaşımı yapalım.
Bu sözlerimiz Türk Milliyetçiliğini temsil makamında bulunan yöneticileredir:
Bazılarımız itiraz etse de ‘Türk Milliyetçiliği’ fikri, çıkış noktası itibariyle bir aydın hareketidir. Türk Münevverleri tarafından temelleri üniversitelerde atılmıştır. Bu fikir akımı, seksen öncesinde de gençlik yapılanmasını yine üniversitelerde gerçekleştirmiştir.
Her türlü güçlüğe rağmen, seksen öncesinin ülkücü üniversite gençliğinin çok büyük bir kesimi gecikmeli de olsa okullarından mezun olmuştur. Bugün bu nesil, siyasal parti yöneticisi, iş adamı, bürokrat, memur, işçi, esnaf, serbest meslek sahibi olarak; gönül bağı kurdukları siyasi partinin desteği olmadan dahi, kendilerini bir yerlere taşımıştır.
Üniversite bitirmiş insanlar için bilim çevreleri, “akademik zekâya sahip” tabirini kullanır ve bu zekâ bölümünü “ortalama zekâ bölümünün üstünde” kabul ederler. “Akademik zekâ” düzeyine sahip bu nesli en çok üzen, “siz anlayamazsınız,” “sizin bilemediğiniz başka şeyler var,” diyerek fikir üretemez konumda değerlendirilmeleridir. Bu tavır ülkücü akıl, ülkücü mantık, ülkücü muhakeme ve en önemlisi de ülkücü ahlakla ve vicdanla bağdaşmaz.
Fikrimizle, bilgimizle birikimimizle, kariyerimizle ülkücü hareketin iktidar yürüyüşüne katılmak, katkı sağlamak, karar mekanizmalarında görev olmak istiyoruz” diyen bu nesli, sebebi her ne olursa olsun dışlama lüksüne sahip değilsiniz. Böyle bir hakkınız da tasarruf yetkiniz de bulunmamaktadır.
Demek istediğimiz, öfkelenmeyecek, dava arkadaşlarınızı ikna edeceksiniz!
Türk Milliyetçileri tarafından bir zamanlar savunulan ancak daha sonra vazgeçilen “Başkanlık” hükümet sisteminin, MHP ve Bahçeli tarafından yeniden ülkenin gündemine getirilmesi ve üstelik halk oylamasına sunulacak meclis desteğinin verilmesi üzerinde Türk milliyetçileri arasında mutabakat sağlanamamıştır.
Şüphesiz, sürekli değişim yaşayan Sosyal bilimlerde, geçmişteki düşüncelerin bugünün de mutlak doğruları ya da yanlışları olarak kalması mümkün değildir. Sosyal yapı ve sosyal olaylar değiştikçe düşüncelerin de değişeceği muhakkaktır. Şartların gereği olarak “Başkanlık” hükümet sisteminin de yeniden tartışılması kabul edilebilir bir realitedir.
Bizim değerlendirmemiz, MHP ve Bahçeli’nin, hiçbir şekilde diğer bileşenleriyle istişare etmeden, mecliste verdiği destekle yasalaşmış olan, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin, önceden savunduğumuz “başkanlık “ hükümet sistemiyle ne kadar uyumlu olduğu ve ülkenin bulunduğu beka sorunu ile ilişkisi yönünde olacaktır.
Fikir sistemlerinin oturduğu temellerden biri “İlimcilik,” bir diğeri de “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik” olan Türk Milliyetçilerinden, zaten bundan başkası da beklenemez.
Çünkü Türk Milliyetçileri, “karşılaştığı her sorunu, önüne getirilen her meseleyi, önyargılardan uzak, ilim metodu yöntemiyle muhakeme eder. “İnsanoğlunun geliştirebildiği bütün hürriyetlerin insan tarafından özgürce kullanılmasını savunur. İnsanların dostuna, düşmanına güven verecek şahsiyete sahip olmasının, sağlıklı bir toplum yapısı ve toplum kalkınmasının vazgeçilmez şartı olduğuna inanır.
Bu temeller üzerine kurulu bir düşüncenin mensuplarına, “neden sorguluyorsunuz, size mi soracaktım, sizden icazet mi alacaktım?” denilemez, denilmemelidir.
Hele hele, “Tekrar hatırlatıyor, yeniden söylüyorum: Bizde taban yoktur, dava arkadaşlarımız vardır. Bizde tavan yoktur, ülkücü şuur hakimdir.” “Ülkücü irade, dibini görmediği kuyuya girmez,” ifadelerini kullananlar tarafından hiç söylenmemelidir.
Bu iradenin, özgürlüğünü ve şahsiyetini asla kimseye teslim etmeyeceğini, bu teşkilat yapısını “babasının malı” olarak bilenlerin elinden gerektiğinde nasıl çekip aldığını, günü geldiğinde inandıkları için ileri atıldıkları gibi günü geldiğinde inandıkları ile uyuşmayan fikirleri sorgulayacak olduklarını, hele bir de söz konusu ülkenin geleceğini olunca, kararların bir başına verilmesine alışık olmadıklarını en iyi bilenler tarafından asla söylenmemelidir.
Kızsanız da öfkelenseniz de ortadaki gerçek şudur: Bu irade, bugün hareketin lider kadrosunun, kimsenin bilgisi ve düşüncesine başvurmadan verdiği kararla, ülkede hükümet etme sistemini değiştiremeye destek vermiş olmasından hoşnut değildir.
Bu irada, ileri sürülen gerekçeleri düşünce süzgecinden geçirmeye çalışanlar için kullanılan ifadeleri onur kırıcı, aşağılayıcı ve incitici bulmaktadır.
Yine bu irade, “Cumhurbaşkanının siyasi parti üyesi olması yasama ve yürütmeyi denetim altına almasına yol açar” dediği için HDP; FETÖ, DHKP-C ile eş tutulmasını, düşünmesine engel konulması olarak algılamaktadır.
Kısaca Türk Milliyetçilerinin ezici çoğunluğu, bu anayasa değişikliğinin, kendi inançlarına uygun olmadığına, yalnızca bir şahsa uygun olarak hazırlandığına inandıkları için aşırı rahatsızlık duymaktadır.
Kabul edilmelidir ki bu Anayasa değişikliğine verilen destekten dolayı Türk Milliyetçilerinin büyük bir çoğunluğu mutsuzdur, gönül rahatlığı ile sahiplenemediği için de bu değişikliği savunamamaktadır.
Ve bilinmelidir ki tabanı ve tavanı bir olduğuna inandığımız ülkücü irade ile muhakeme edilmeden ve ülkenin geleceğini şekillendireceği açık seçik görülen bir yasa değişikliğine destek verilmiş olması ülkücü iradeyi aşırı şekilde üzmüş hatta öfkelendirmiştir.
Parti disiplini gerekçe gösterilerek “hayır” diyen milletvekillerinin ve teşkilat mensuplarının görevden alınması ve ihracı, bu da yetmezmiş gibi “hayır” diyen herkesin vatan hainleri ile eş tutulması hareketin içinde onarılması mümkün olmayacak yaraların açılmasına neden olmuştur.
Değerli Hocamız Prof. Dr. Kemal Üçüncü’nün. “Türk milliyetçiliğinin kadim bir hafızası vardır. Tezlerini “burhan” ile ifade etmeyen mecralara, tevatüre, sığ ve çiğ sözlere itibar etmezler. Bu çok nettir,” sözleri, yönetim kademelerinde bulunanların ciddi ciddi düşünmesi gereken önemli bir tespittir.
Devam edecek…
YORUMLAR