SANA BEN HAYALLER DÜŞLER BÜYÜTTÜM… (17)
"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Türk tarihinin, ordu içinde yapılmış en büyük operasyonu olarak kabul edilebilecek Ergenekon Davası’nın (Merak edenler için daha geniş kapsamlı araştırılıp incelenmesini öneririm) seyrini kısaca hatırlatıp tekrar ana konumuza geri dönelim.
Ergenekon Davası, 12 Temmuz 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda bulunduğu söylenen 27 el bombasının, Emekli Astsubay Oktay Yıldırım'a ait olduğu iddiasıyla başlatılır.
İlk iddianame 14 Temmuz 2008'de, soruşturmanın başlamasından yaklaşık bir yıl sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulur.
Dava konusu kabul edilen yapılanma ilk iddianamede “Ergenekon terör örgütü" olarak tarif edilir, “üyeleri ve yöneticileri" de darbe teşebbüsüyle suçlanır:
"Ergenekon terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı halkı silahlı isyana tahrik ettiği gibi, cebir şiddet kullanmak sureti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüste bulunduğu, amaçlarına ulaşmak için kontrolü altında bulunan medya ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla ülkede kaos ve iç çatışma ortamı oluşturmaya çalıştıkları, oluşacak gerginlik ortamından faydalanarak, görevde bulunan hükümetleri çalışamaz hale getirip, nihai olarak ordu içerisinde kendilerine destek vereceklerini umdukları askeri şahısların yardımı ile yönetimi değiştirmek amacıyla hükümeti yıkmaya teşebbüs ettikleri..." şeklinde süren iddialara dayalı olarak gözaltı süreci başlar.
15 Temmuz 2008 tarihinde o dönem Başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan, Ergenekon savcılarının iddianameyi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verdiklerinin hemen ertesi günü, “Bu davanın savcısıyım,” diyerek davayı sahiplendiğini açıklar.
Erdoğan, davayı sahiplenmekle yetinmez, devletin imkânlarını da davayı yürüten savcı için kullanır. Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcılarından Zekeriya Öz'e zırhlı bir makam aracı verilmesini sağlar. Elbette bu sahiplenmenin altında yatan gerçek, Erdoğan’ın askeri bir darbe ile iktidardan indirileceğine, dolayısıyla da darbeyi planlayan ve yapacakların yargılanıp mahkûm edileceğine olan inancındandır.
25 Temmuz 2008'de mahkeme tarafından kabul edilen iddianamenin ilk duruşması 20 Ekim 2008'de yapılır. İlk iddianame yaklaşık 2500 sayfadır.
27 Temmuz 2007'de, daha sonra gelen gözaltı ve tutuklama dalgaları nedeniyle birinci dalga olarak adlandırılan bir operasyonla Oktay Yıldırım'ın yanı sıra Türk Ortodoks Kilisesi sözcüsü Sevgi Erenerol, Avukat Kemal Kerinçsiz, gazeteci yazar Güler Kömürcü, Sedat Peker, Taner Ünal, Fuat Turgut, Sami Hoştan ve daha pek çok kişi gözaltına alınır.
Yukarda geçen iddialar, Ergenekon Örgütü’nün bir yandan hükümeti devirme girişimlerini, bir yandan da aydınlatılamamış faili meçhul siyasi cinayetlerle bağlantılarının bulunduğu bir oluşum olduğu yoğun bir şekilde işlenir. Ergenekon Davası ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinde siyaseti sürekli yönlendirmiş gizli bir örgütün açığa çıkarılacağı işlenir. Bu iddiayı güçlendirmek için Ergenekon dosyası içinde de sözü edilen diğer soruşturma ve kovuşturmalar içinde de sıklıkla böyle bir ilişki ağına dair delil ve ifadeler oluşturulur.
İzlenen bu strateji ve propaganda, darbelerin ülkeyi ve demokrasiyi gerilettiğine inanan demokrat kesim tarafından ilgiyle takip edilirken bir yandan da kabul edilir.
İlk gözaltıların ardından gelen dalgalar dikkat çekici isimleri bu davaya dahil eder. Emekli Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, emekli 1. Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Veli Küçük, gazeteciler Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İlhan Selçuk, İnönü Üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu… gibi toplumun farklı kesimlerinden pek çok isim yargılanır.
29 Temmuz 2011 Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile üç kuvvet komutanı Yüksek Askeri Şura öncesi emekliliklerini isterler. Orgeneral Işık Koşaner veda mesajında, “…Genelkurmay Başkanı olarak personelinin hak ve hukukunu koruma sorumluluğunu yerine getiremediği” için görevi bıraktığını açıklar.
6 Ocak 2012 Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 26.Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklu yargılanmak üzere cezaevine konulur.
Ergenekon Davası 06.08.2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkan ve üyeleri kararı sanıkların yüzüne okur. Ergenekon ana davasında aralarında Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ağırlaştırılmış müebbet hapis olmak üzere, 235 sanık "silahlı örgüt kurmak, yönetmek, üyelik, yardım ve yataklık" suçlarından çeşitli cezalara mahkûm edilir.
Kısa başlıklarla aktarmaya çalıştığımız bütün bu gelişmeler olurken sessizliğini koruyan, darbelerin en acımasız zulmünü yaşamış bir fikrin siyasal organizasyonu konumunda bulunan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, artık sessizliğini bozar.
7 Ağustos 2013 günü basın toplantısında şunları söyler:
“Ergenekon Davası’na konu olan iddialar ne kadar önemli ve ciddiye alınması gerekli ise de, adaletin üzerine düşen siyaset gölgesi, geçmişle hesaplaşma ve rövanş alma hedefleri söz konusu davanın sulanmasına ve yıpranmasına hizmet etmiştir.
Hepsinden daha da hazin verici olanı ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev almış, makam ve mevkii olarak bu kurumun zirvesine tırmanmış değerli şahsiyetlerin terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanması olmuştur.
TSK’nın terör örgütüyle eşdeğer görülmesi, şerefli isminin terörizmle bir anılması ve bu Peygamber Ocağı’na terörist yetiştiren çete muamelesi yapılması en nazik ifadeyle müfterilik olarak damgalanacaktır.
Evet, doğrudur, Ergenekon Davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır. Çünkü:
Hesabı görülen Türkiye’dir.
Hesabı görülen Türk milletidir.
Hesabı kesilen Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
Hesaplaşılan, hesaba çekilen ve hesap sorulan vesayet, statüko, darbe kılıfıyla Türkiye’nin temel ve milli kurumlarıdır.”
Konuşmasından kısa bir bölümü aktardığımız Bahçeli, sözleriyle hem hükümeti hem mahkeme üyelerini eleştirir.
YORUMLAR