…Akşam, yalnız başına gittiğin çay bahçesinde, bir masaya oturmuş, bana yazıyordun. Konu bir ara sarılmalarımıza geldi de. “Sana sarıldığımda aldığım hazzı daha önce hiç yaşamadım.” demiştim ya… Senden de, “Ben de!” cevabını almak istemişti gönlüm o an. Konuşmanın seyrinden mi, gerek görmediğinden mi bilemedim. Onca dolaylı söz söylememe rağmen, senden bir türlü, “Ben de sana sarıldığımda aldığım hazzı daha önce hiç yaşamadım,” karşılığını alamamıştım. Daha fazla dayanamayıp, “en azından benim açımdan böyle,” dediğimde, “benim açımdan neden değil?” diye sormuş, sonra da, “Eve gidiyorum, evden yazarım” diyerek sohbeti kapatmıştın.
Dakikalar saatlere dönüşmüş, saatler birbirini kovalamış ama bir daha yazmamıştın, geç saatlere kadar. Sonra, “artık yazmaz,” diyerek, uyumak maksadıyla yatağa girmiştim. Bilirsin belli bir yaştan sonra insanlar çok uyuyamıyor. Önceden olduğu gibi düş de göremiyor, ya da görse de unutuyor. Huzursuz bir geceden sonra sabahın ilk ışıklarıyla yataktan kalkmış, salona geçmiştim.
Hani, “Değişik bir hüzün ve sıkıntıyla başladım güne” demiştim ya sana sabahtan. O ruh haliyle, cam kenarındaki koltukta oturmuş, binaların arasından görebildiğim kadar, gökyüzünü seyrediyordum. Kara bulutların birbirini kovalayarak kaplamaya başladığı gökyüzünün, etrafımda giderek daraldığını, bedenimi, örümcek ağı gibi sarmaya başladığını hissettim. Ben kurtulmak için parmaklarımla parçalamaya çalıştıkça uzanan, bırakınca daha bir hınçla yeniden vücuduma yapışan örümcek ağlarının içinde çırpınıp duruyor gibiydim.
Gökyüzü karardıkça ben daraldım, ben daraldıkça gökyüzü karardı. Görebildiğim bütün alanı kapkara bulutlar kapladı birden. Kaşlarımı çatmış, açık pencerenin kenarında oturduğum koltuktan gökyüzünü seyrederken, aniden başlayan yağmurun kalın damlaları, pencerenin çerçevelerine çarpıp parçalanmaya, çevreye saçılan taneciklerin, yüzüme ve giysilerimin örtemediği açıkta kalan tenime temas etmesiyle irkildim.
Sonra ne mi oldu?
Kalktım. Pencereye biraz daha yaklaştım. Pencerenin camına, çerçevelerine, çarparak parçalanan iri yağmur damlalarının, yüzüme ve açık tenime temasları çoğaldı. Evlerin bahçelerindeki ağaçların yapraklarına, kaldırım taşlarına, yoldaki parke taşlara çarparak parçalanmasını, etrafa saçılmalarını izledim bir süre, iri yağmur damlalarının. Damlaların yerle temasına öyle dalmışım ki, kendimi yıllar önce yine böyle bir yağmurun altında buluyorum. Yürüyorum. Bilmem kaç bin metreden, toprakla buluşmak aşkıyla bulutlarından koparak, kendini boşluğa bırakan nohut büyüklüğündeki yağmur damlalarının, başıma çarptığında çıkardığı sesleri duyuyordum. Başımı gökyüzüne doğru kaldırıp, yüzümü çeviriyorum yağmura. Gözlerimi kısarak, çenemi kilitlemiş, dudaklarımı birleştirmiş. Göz kapaklarım ne kadar engellemeye çalışsa da, göz yuvarlarıma dolan yağmur suları görmemi engelliyor, zaten kararmış olan gökyüzünü iyice bulanık görüyorum. Onca uzaklıktan toprakla kucaklaşmak için kopup gelen yağmur damlaları, yüzüme çarpınca parçalanıp, bulduğu meyilden aşağı süzülmeye başlıyor. Saçlarımdan, alnımdan, elmacık kemiklerimden, burnumun üzerinden ve yanaklarımdan aşağı doğru süzülen yağmur suları, dudaklarımın birleştiği aralıkta dinlenip, yerini arkasından gelen yağmur sularına bırakıyor. Üzerimdeki elbiseler her noktasına kadar ıslanmış, bedenime yapışmış, adeta tenimle birleşmişti. Bedenime çarpan yağmur damlalarının, sesini, şiddetini ve ıslaklığını tenimde hissediyorum. Herkesin ıslanmamak için sağa sola koşuştuğu o yağmurda ben yavaşça ve caddenin ortasında yürüyorum. “Yağ!” diyorum yağmura. “Bütün şiddetinle, bütün gücünle, en iri tanelerinle yağ!” Yağmur bütün şiddetiyle yağıyor, ben yürüyorum. Tam sinemanın sokağına dönecektim ki birden duruyorum. Yağmur damlalarının sesini duymaz, temasını hissetmez oluyorum. Bu sefer başka bir ses ve başka bir his kaplıyor tüm bedenimi. Güm güm diye vuran kalbimin sesi ve şiddeti tüm bedenimi titretmeye başlıyor. Gözlerim, sinemanın önündeki sokağın başına kilitleniyor. Yüzüme çarpan yağmur damlalarının etkisinden kurtulmak için gözlerimi iyice kısmış bakıyorum. Sokağın başında sen varsın. Durmuş bana bakıyorsun. Yağmur suları, sarı saçlarını yüzüne, boynuna yapıştırmış, saçlarından, yanaklarından aşağı süzülüyor. Üzerinde yağmurlu havalarda giydiğin kolsuz açık sarı yeleğin, onun içinde de okul forman var.
Pencereden içeri sızan yağmur suları ayaklarıma değmeye başlayınca kendime geldim. Yağmur sularının odaya girmesini engellemek için pencereyi kapattım. O günkü heyecanı yaşama arzusu yüreğimde öyle bir depreşti ki üzerimdeki kıyafetlerle sokağa, kendimi yağmurun altına atmak geldi içimden. Sonra, mevcut durumumu ve yaşımı hatırladım. Dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi. Ama vazgeçmedim. Balkona çıktım. Perdeleri ve balkon pencerelerini sonuna kadar açıp alnımı yağmura verdim.
Tıpkı o günkü gibi…
Islandım… Islandım!
YORUMLAR