Yüce Allah insanlığa hidayet rehberi olarak gönderdiği kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim yoluyla, insan tabiatını olgunlaştırma ve insanı insanlığa faydalı hale getirmenin metodolojisini bize tarif eder. Bu tarif birçok farklı hususu içinde barındırır. Allah insanlığa ayetler göndererek bu ayetlerin insanlar tarafından hayatlarının düsturu yapılması, onların uygulanması yoluyla insanı her yönden nitelikli ve insanı-kamil(olgun insan) yapmaya çalışır.
Yarattığı varlığı her yönüyle en iyi bilen Allah, insanı tarif ederken onun bazı hasletlerinden şu ayetlerle söz eder.
“Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.”(Tin 4-5.) ile İnsanın hem şeklen hem ahlaken yaratılanların çoğundan üstün kılındığı ve en güzel biçimde yaratıldığı belirtilirken, aynı zamanda onu aşağıların aşağısına indirdik diyor. “İçinizden cumartesi günü hakkındaki hükmü çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu yüzden onlara, “Aşağılık maymunlar olun!” demiştik.”(Bakara 65) ayeti ile de hükmüne aykırı davranan insan için aşağılık maymunlar olun demiştik diyerek insan için üç farklı durumu tarif ediliyor.
Bir başka ayette “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”(Şura 30) Derken insanın değerlendirmesinin onun kendi yaptıkları sebebiyle olduğunu beyan ederek, verilen iradeyi olumlu-olumsuz hangi yönde kullandığının sonuçlarıyla karşılacağı söyleniyor. Yani İnsan, bizzat kendi eliyle veya diliyle yaptıklarıyla değerlendirilip, Allah’ın hükümlerine aykırı davrananların aşağılık maymun statüsüne indirileceği veya aşağıların aşağısı yaratık olarak değerlendirileceği açıkça belirtiliyor.
Bana göre insanı insan yapan, toplumsal düzenin en önemli unsurlarından biri olarak değerlendirdiğim ahde vefaya yani sözüne sadık kalma, anlaşmalara riayet etme, kişinin kendi serbest iradesiyle ortaya koyduğu söz ve davranışlarla uyumlu hareket etmesi diye tanımlanacak meseleye geçelim.
Ahde vefa hususunda da yüce Allah bizi yönlendirmek için aşağıda bir kısmını yazdığım ayetleri göndermiştir.
Ra'd Suresi 20.Ayet "Allah'ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözden caymazlar"
Ali İmran Suresi 77.Ayet “Hayır! Kim sözünde durur, günah ve haksızlıktan sakınırsa, şüphesiz ki Allah takvâ sahiplerini sever.”
İsra Suresi 34.Ayet “… Verdiğiniz sözü de yerine getirin; çünkü herkes verdiği sözden mutlaka sorguya çekilecektir.”
Mü’minun Suresi 8.Ayet “Mü’minler, kendilerine tevdî edilen her türlü emâneti korur ve verdikleri sözleri tastamam yerine getirirler.”
Mearic Suresi 32.ayet “O mü’minler, kendilerine verilen her türlü emaneti, vazifeyi dikkatle gözetir ve verdikleri sözleri tastamam yerine getirirler.”
Fetih Suresi, 10. ayet: “…Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.”
Ahzab Suresi, 23. ayet: “Mü'minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.”
Nahl Suresi, 91. ayet: “Ahitleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.”
Bakara Suresi, 27. ayet: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.
Tevbe Suresi, 7. ayet: “Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.”
Yukarıda zikrettiğim ayetler haricinde bu hususta daha birçok ayetin mevcut olduğunu da belirtmek istiyorum.
Bunca ayetler ile Allah insanoğlundan kendisine ve insanlara verilmiş sözlere riayet bekliyor. Sözden dönmeyi yasaklıyor, ahlaki, hukuki, toplumsal, ekonomik, bireysel vs. hangi türde olursa olsun ahdin yerine getirilmesini emrediyor.
İyi ve dürüst insan olmanın yolunun iman esaslarının yanında sözünü tutmaktan da geçtiğinden bahsediyor. Kazanç elde eden değil, milletin malını haksızlıkla elde eden değil, insana kötülük yapan değil, galip gelen değil, rakibi yenen değil, komşu hakkına tecavüz eden değil, kulluğunda samimi olanın, ahde vefa gösteren, sözünü adam gibi tutan, yakınlarına yardım eden kişiler olduğunu bunların hakiki kazanan olduğunu söylüyor. Dikkat edin ayet bir bütün halinde değerlendiriyor. Bir şeyi sayıp bunu yapan iyi insandır demiyor, birkaç şeyi bir arada yapandan bahsediyor.
Takva sahibi olanın da yine sözünü tutanlar olduğu anlaşılıyor. Namaz kılan, hacca giden, sözünde duran ve savaşta sebredenler, günah ve haksızlıktan sakınan takva sahibidir diyor.
Ve sonraki ayette ise verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü herkes verdiği sözden mutlaka sorguya çekilecektir diyerek, konuşmanın sadece ağızdan çıkan sesler ve kelimeler bütünü olmaması gerektiğini, onların hayata geçirilmesi gerektiğini, sözlerin tutulması gerektiğini aksi taktirde hesabının da verileceğini anlatmaya çalışıyor.
Emanetleri gözetmek ve verilen sözleri tastamam yerine getirmek müminin görevidir diyor. Hakiki iman sahipleri olan müminler sözlerini yerine getirenlerdir. Karakter yoksunu olup, bugun söylediğini yarın inkar eden veya çeşitli uyduruk veya ucuz bahanelerle topluma ve insanlara verdiği sözden vazgeçenler değildir.
Ahdi bozanın bundan karlı çıkmayacağının tam tersine bunun bozanın aleyhine olduğunun delili ise Fetih suresi 10.ayette “kim ahdini bozarsa artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur” cümlesinde yatar. Sözünü tutmama eylemi uzun vadede sadece sözünü tutmayanı toplumun gözünden düşürerek zarar verecektir.
Ne ekersen onu biçersin atasözümüzü hatırlayalım, herkes yaptıklarının hesabını vereceğini ve ektiğini biçeceğini bilmelidir.
Her yanlışın bedelinin ödeneceği gün veya günler mutlaka gelecektir. Ama bu hayatta ama öbür tarafta bu bedeller ödenecektir. Bu kurallar tabii ki inananlar içindir.
Çevresine ve insanlığa her türlü kötülüğü yapan, milletin malını gasp eden, mevzuatın boşluklarından faydalanıp kendine çıkar elde eden, hukuki olup helal olmayanı elde eden, sözünden dönen, aylarca çalıştığı insanları yarı yolda bırakan karakter yoksunlarının toplumda iyi insanlar olarak bilinmesi mümkün olmayacaktır.
Gerek Allah ile olan ahdinize gerekse insanlarla olan ahdinize önem vermelisiniz. İnsanla olan ahitle ilgili olarak Tevbe Suresi 7.ayetin içindeki şu cümle “Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının” karşı tarafın ahdine uydukça sizin de onlarla olan ahdinizi bozmamanız gerektiğini belirtmesi açısından ehemmiyet arz eder.
Konuyu biraz da da milletimizin tarihi köklerine inerek inceleyelim.
Orhun alfabesini çözen Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen’in “Çözülmüş Orhun Yazıtları” kitabından örnek vereyim “Onlar bilge kağanlar, yiğit kağanlar imiş; tüm subayları bilge imiş, yiğit imiş; beylerinin ve halkının tümü dürüst imiş. Bunun için bunca büyük bir imparatorluğu yönetebilmiş ve devleti yönetirken de yasalar koymuşlar.” (Vilhelm Thomsen’in “Çözülmüş Orhon Yazıtları”, Çev. Vedat Köken, Ankara, 1993, s.90), Talat Tekin’in, Orhon Yazıtları Kül Tigin Bilge Kağan Tonyukuk isimli kitabında Bilgi Kağan yazıtında şu ibarelerin geçtiğini söylüyor. “Beyleri de (halkları da barış ve uyum içinde imişler.) Onun için devleti öylece yönetmişler şüphesiz; devleti yönetip yasaları düzenlemişler.” (Talat Tekin’in, Orhon Yazıtları Kül Tigin Bilge Kağan Tonyukuk, Simurg yayınevi 2.baskı, İstanbul, 1998, s.63)
Konumuzla ne ilgisi var diyenler için biraz açayım.
Orhun abideleri, eski Türk tarihinde yöneticilerin ve halkın dürüstlüğünden bahsederken, büyük devleti ayakta tutmanın koşulunun da yine dürüstlük olduğunu ifade eder. Peygamberimizin “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” Hadisi gereği, yönetilende veya yönetende ya da sistemde bir hata varsa “…Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez...” (Ra’d, Suresi 11.Ayet) ayetinin gereğince yanlışlık varsa önce bizler kendimizi değiştireceğimizi anlarız.
Bir başka örnek daha vereyim. Ahmet Taşağıl hocamızın Türk Model Devleti Göktürkler kitabının 31.sayfasında şöyle yazıyor. “Öte yandan, kağan olacak kişinin taşıması gereken en önemli özellikler bilge, alp, doğru sözlü ve erdemli olması idi”. Devam edelim, aynı kitabın 37.sayfasında “Çinli devlet adamı raporunda şöyle demişti: Gök Türkler aslında çok dürüst olduklarından kolayca parçalanabilirler…”
Çinliler bile bizim toplumumuzu dürüst olarak tanımlıyor ve bizi yıkabilmenin metodu olarak bu dürüst yönümüzü kullanmak gerektiğinden bahsediyorlar. Sihirli çözüm burada yatıyor. Çinliler, Dürüst insanlar karakter yoksunu, doğruyu söylemeyen, sözünde durmayan insanlar tarafından kolaylıkla kandırılabilir ve onlara galip gelebilirler demek istiyorlar.
Sadece Thomsen değil Taşağıl hoca da Türk kağanının vasıflarından ve Türk milletinin karakterinden bahsederken özetinde dürüst bir millet olduğumuzu dile getiriyor.
Türk tarihinin derinliklerinde dürüstlüğün hakim olduğunu ve 1500yıl öncesinde bile Türk’ün idarecesinin dürüst, doğru sözlü, erdemli olması gerektiği dile getirilmişken, dinimiz İslam da bunu bize emretmiş olduğu halde bugün buna riayet etmeyenleri nereye yerleştirdiğimize dikkat etmemiz gerekmez mi?
Özet olarak, toplumu yönetenler Müslüman ve Türk ise Müslümanlığın ve Türklüğün gereğini yerine getirmek zorundadırlar, yani Müslüman ve Türk olan yönetici ahde vefa sahibi, sözünü tutan, erdemli ve bu sayede toplumuyla olan bağlantısını uyumlu hale getirendir diyorum.
Şunu da ifade edeyim. İnsan karakteri zamanla olgunlaşır ve bir ağaç gibi köklerini yaşı ilerledikçe derinlere salar ve güçlü rüzgarlara karşı o köklerle ayakta kalır. Karakteri olgunlaşmamış bazı insanlar ise ağaç yapraklarına benzerler. Rüzgar ne yönden eserse o yöne dönerler, bir rüzgar sağa götürürken, daha güçlü başka bir rüzgar onları kuzeye, bir başkası güneye, bir diğeri onları toprağa sürükleyebilir. Yere düşünce bile başka rüzgarlarla yine yön değiştirmeye devam ederler.
Fakat toprağa düşen yaprakların da fayda ürettiğini unutmayın, onlar hayvanlara yem olurlar, zamanla çürüyüp toprağa karışır ve gübre olarak hizmet vermeye devam ederler. Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır.
Şimdi konumuzu bağlayalım.
Allah insan karakterini ve toplum karakterini dürüstlükle inşa etmeye çalışırken amaç toplumsal fesadın ortadan kaldırılması, güven esasına dayanan, ahlaklı, meziyetli insanların bir araya gelmesi ve içlerinden en liyakatli olanın da hem Türk töresi hem İslam inancı gereği yönetici olarak belirlenmesidir. Ancak bu durum toplumu ileri götürebilir. Aksi durum ancak heva ve heveslerin geçici olarak karşılanmasından ibaret olacaktır.
Aylarca bir amaç için çalıştığınız insanların sizinle yola çıkacağını ve bu yolu sizinle alacağını ısrarla belirttiği halde yolun bir kısmında(ama başı, ama ortası ama sonuna yakın kısmında) sizi bırakması ve ağaç yapraklarının rüzgarla yön değiştirmesi gibi çok hızlı dönüşlerle başka yönlere dağılması hangi töre ile, hangi iman ilkesi ile izah edilebilir. Hangi dine, hangi inanca sığar. Bu tip insanlar hangi kitabın hangi sayfasına göre hareket ederler. Dayanak noktaları var mıdır? El cevap: “Hayır! onlar rüzgardaki yapraktır ve toprağa düşeceklerdir.”
Bu omurgasız kişilikler yüzünden toplumun ifsad olmaması işten bile değildir. Çünkü insanoğlu sonsuz miktarda hırs ve isteklere sahiptir. Bu hırs ve istekler bazen başkalarına ait maddi ve manevi varlıklara göz dikilmesine sebep olmaktadır. Bu durumun izalesi de ancak, kanun ve nizamların azami surette uygulanmasının yanında, insanlığın birbirine güvenini sağlayan verilen sözlere riayetle mümkündür.
Anlaşma yaptınız ve karşılığında belirlenen zamanda paranızı veya malınızı teslim alacaksınız. Bunun gerçekleşmediğini ve karşı tarafın sözünü yerine getirmediğini düşünün, ya malınız ya paranız ya da başka bir varlığınızın kaybı söz konusudur. Bu da kavga ve tartışmayı, milletler veya devletler arasında olursa da savaşı beraberinde getirir. Günümüzden örnek vereyim. Mavi Vatan kavramı Uluslararası hukuka uygun bir şekilde Adalar denizi(Ege) ve Akdenizde bizim kabul ettiğimiz bir alanı içeriyor. Bu alana giren Yunan ve Fransız araştırma gemilerini savaş gemilerimizi göndererek bizim bölgemizden çıkardığımızı hatırlayın.
Çiğnenen her antlaşma, tutulmayan her söz, uyulmayan her kural toplumsal ve bireysel çatışmanın önünü açar. Kişilerin, Ailelerin, milletlerin ve devletlerin bu kurallara azami riayeti hayati önem arz etmektedir. Kişiler için son söz olarak şunu ifade edeyim; Mevlana’nın Mesnevi’de zikrettiği gibi insan dokuzyüzkatlı bir varlıktır. Onu kısa süre içinde tanımak da mümkün değildir. Bazı şeyleri yaşamayınca insanı tanımak imkansız gibidir. Dedikodu ve başkalarının değerlendirmeleri ile hareket etmek te doğru olmadığına göre, sabırla tanıma gayreti içinde olmak gerekiyor. Tanıma işlemi ile kişilerin ahde vefa’dan uzak ve yukarıda anlatılan kişilikte olduğu anlaşıldığında, bu karakter yoksunu, yalancı, omurgasız, kişiliği tam oturmamışlardan, bu şahsi iradesine sahip olmayan kişilerden uzak durmak daha efdaldir.
Salih ÇAKIROĞLU
19/10/2021
YORUMLAR